Pop Up Window

Murat Çakır

Statükocular çözüm üretemez!

Nerede okuduğumu tam hatırlayamıyorum, ama »DTP adaylarının seçilme şansının az olduğu yerlerde AKP’ye oy verilmeli« çizgisinde bir yaklaşım dikkatimi çekti. Solda ve DTP çevrelerinde bu yaklaşımı »taktiksel bir adım« olarak değerlendirenler var elbette. Bu, aynı vakıflar konusunda verdiği vaadlerden dolayı Türkiye Ermenilerinin yüzde 60’ının AKP’ye oy vermek istemesi gibi, anlaşılabilir bir tutum denilebilir. Bana kalırsa bu büyük bir yanılgıdır ve kimi kafaların hayli karışık olduğunu göstermektedir.

Öncelikle şunun altını kalın çizgilerle çizmek istiyorum: ben Erdoğan ve AKP’nin, tüm parlamenter demokrasi yanlısı söylemlere rağmen, statükocu ve ikiyüzlü-işbirlikçi bir zihniyeti temsil ettikleri kanaatindeyim. Bir akademisyen arkadaşımın doğru tespit ettiği gibi, AKP »siyasal şizofrenik bir kimliğe« sahiptir. Erdoğan hâlâ askerî vesayet rejimine dokunmadan iktidara ortak olabileceğini, rejim ile bütünleşip, erke paydaş olabileceğini zannetmektedir. Son haftalardaki kararları ve seçim meydanlarındaki söylemleri buna işaret ediyor. Ayrıca demokratlığı sadece kendisinedir.

Her fırsatta barış ve demokrasi taraftarı, her türden milliyetçilik karşıtı söylemi yazılarına döken yazar dostum Günay Aslan, bir makalesinde »3 Kasım seçimlerinde Türkiye’nin değişim ve demokratikleşme umutlarını sömürerek iktidara gelen, ancak her önemli olayda halka karşı ‘takiye’ yapan, Şemdinli’de havlu atan, Diyarbakır’da tükürdüğünü yalamak zorunda kalan, Hrant Dink cinayetinde çuvallayan AKP, umarım bu kez sağduyulu davranır. AKP’ye güvenmekte zorlanıyorum« diyor. Günay haklı, AKP barış ve demokrasi taraftarlarının güvenebileceği bir parti değil. Hele hele Baskın Oran hocanın – neye dayanarak ileri sürdüğünü hâlâ anlayabilmiş değilim – dediği gibi »solda« duran bir parti hiç değil.

AKP’nin hükümet dönemini telgraf stilinde değerlendirecek olursak: AKP, 1982 darbe anayasasına, illegal paramiliter ve açık odaklarıyla, yasa ve kararnamelerle güçlendirilmiş, devlet, politika ve iktisattaki müthiş imtiyazları olan neoittihatçı gürûhun emrindeki askerî vesayet rejimine karşı tek bir etkin adım atmamıştır. Aksine, AB üyelik sürecindeki kimi etkisiz kozmetik rütuşlar haricinde, özellikle uygulamada temel hak ve özgürlüklere, sendikal örgütlenme hakkına darbe indirmiş, Kürt sorununda inkâr ve imha politikasına ortak olmuştur. AKP, ülke iktisatını uluslararası malî piyasaların boyunduruğu altına sokan, dış borç yükünün 240 milyar ABD-Doları’na çıkmasını, yoksulluğun yaygınlaşmasını, istihdamın gerilemesini sağlayan, finansman politikalarını stratejik kamusal varlıklar ile kaynakların sermayeye peşkeş çekilmesine dayandıran neoliberal programın mimarıdır. Ayrıca kadrolaşma politikaları ve gerici-köktenci tavırlarıyla toplumsal bölünmenin derinleşmesinin ana sorumlularındandır.

Bu gerçekler, salt rejime karşı değil, temsil ettiği seçmenlere karşı da ikiyüzlü, sinsi bir politika izleyen AKP’nin, emekçiler, yoksullar, adalet duygularını yitirmemiş dindarlar, barış ve demokrasi yandaşları ile, başta Kürtler ve Ermeniler olmak üzere, ezilenler açısıdan seçilebilir bir alternatif olmadığını kanıtlamaktadır. Milliyetçi-toplumcu, yani nasyonalsosyalist olmakta birbirleri ile yarışan CHP, MHP, GP, İP ve diğerlerinin idam ve savaş çığlıkları bu gerçeği değiştiremez.

1982 darbe anayasasının değiştirilmesini, askerî vesayet rejiminin yerine tam demokrasi ve hukuk devleti anlayışının yerleştirilmesini, sosyal, barışçıl ve eşitlikçi gelişme yoluna girilmesini arzulayanların 22 Temmuz’daki tek adresleri Bin Umut adaylarıdır. Doğru, 30-40 bağımsız milletvekili bu sayılanları gerçekleştirmek için yeterli bir güç olamayacaklar. Ancak onyıllar sonrasında TBMM kürsüsünden ilk kez emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin ve demokrasi güçlerinin sesi duyulacaktır. Parlamenter olanakların, barış, emek ve demokrasi eksenli bir mücadeleyi yükseltmek için gerekli olan en geniş toplumsal muhalefetin kurulması yönünde kullanılması, yepyeni bir perspektifi ortaya çıkaracaktır. İşte o zaman kartlar yeniden dağılacak ve doğru taktiksel adımların atılmasının olanakları doğacaktır. Sol cenah ve DTP çevresinden AKP’ye gidecek her oy, bu perspektifi boğacak akıntıyı güçlendirecektir. Her açıdan bir »son şans« olan 22 Temmuz’da bu sorumlulukla tavır konulmalıdır.

***

Kürt yazar Haydar Işık’ın Almanya’da tutuklanması, kesinlikle tasvip edilemez. Başta politik ve toplumsal sol olmak üzere, ifade özgürlüğünden, demokrasinin geliştirilmesinden yana olan herkes Alman hükümetine, Haydar Işık, Muzaffer Ayata ve diğer Kürt aydınlarının hemen serbest bırakılması için baskı yapmalı, dayanışma eylemleri geliştirmelidir. Kürt yazarlarının »terörist« olarak ilan edilmesi, Alman hükümetinin ne denli bağnazlaştığının bir kanıtıdır. Kınıyorum.

14 Temmuz 2007 tarihinde »Yeni Özgür Politika« gazetesinde yayımlanmıştır

Tüm yazı ve çeviriler kullanılabilir. Dergimizin kaynak olarak gösterilmesi rica olunur.
Alle Beiträge und Übersetzungen können übernommen werden. Hinweis auf unsere Seite wird gebeten.