Nasıl bir Almanya istiyoruz?

Türkiyeli Göçmen Dernekleri Federasyonu’nun göç ve göçmenlik politikaları konusundaki tezlerini güncelleştirerek ve kısaltarak veriyoruz. Daha geniş bilgi için GDF Bundesvorstand, Mertensgasse 10, 40213 Düsseldorf adresine başvurmanızı öneririz.

Yeni Toplum – Eski Yapı

Federal Almanya’nın nüfusunun sadece Almanlardan oluşmadığı, yüzde onluk bir kitlenin farklı etnik kökenlerden geldiği ve şimdilik Alman pasaportu olmayan bu kitlenin de giderek kalıcılaştığı artık hiç kimsenin yadsımadığı bir gerçektir. Bu kitleye Doğu Avrupa ülkelerinden gelen Alman kökenli olam veya olmasa da Alman olarak kabul edilen, ancak farklı bir sosyalizasyon yaşamış olanları da katmak gerekir. GDF olarak biz, göç olgusundan bahsederken bu kitleyi de göz önünde bulunduruyoruz.

Göçmen nüfusu görece dinamik olmakla birlikte F.Almanya’da genel nüfus yaşlanmaktadır. Salt emeklilik ödentilerinin güvencesi açısından bile ele alınsa, bu ülkenin göç yoluyla yeni işgücüne geresinimi olduğu bir gerçekliktir. Sermaye de genç-dinamik, ‘ucuz-uzman’ yeni işgücüne ihtiyacı olduğunu açıkça söylemektedir. Bu demografik gelişme ve sonuçları görülmeye, bu üleknin siyasal yaşamına ve toplumsal örgütlenmesine yanısımaya başlamıştır.

F.Almanya’nın bugünkü sosyal yapısı ve toplumsal örgütlenmesi, varolan ve yeni göçle birlikte gelecek sorunları çözmeye uygun değildir. Gerek siyasal yapı gerekse toplumsal örgütlenme sadece ‘Alman’ların olduğundan hareketle oluşturulmuş, diğer kültürlere açık olmayan, toplumsal değişimi göremeyen ve ayak uyduramayan eskimiş bir yapılanmadır. Bu nedenle F.Almanya’nın demokratik yenilenmesi ve yeniden yapılanması zorunludur.

Kültürel Zenginlik

Toplumsal yapıdaki değişimlerle birlikte artık F.Almanya’da farklı kültür ve milliyetlerden insanlar bir arada yaşamaktadır ve bu sürecin geri döndürülmesi artık olanaklı değildir. F.Almanya’da göçle oluşan bu gerçek sosyal araştırmalarda da genel olarak saptanmasına rağmen, resmî devlet politikası tarafından inkâr edilmesi, kültürel farklılıkların toplumumuzun bir zenginliği olarak görülmemesi, toplumsal ayrışma (desintegrasyon) sürecinin derinleşmesine neden olmaktadır.

Bu gerçeğin kabulü F.Almanya’nın hukuksal, sosyal ve eğitim sisteminin köklü yeniden yapılandırılmasını gerektirmektedir. Ortak dil Almanca’nın yanında göçmenlerin anadillerini öğrenmeleri devletçe desteklenmeli ve genel eğitim programının bir parçası olarak kabul edilmelidir. GDF, laik ve çağdaş eğitimden yanadır. Din, cemaatlerin kendi işidir. Bu nedenle dinî kurumlar ve din derslerinin eğitim sisteminde yeri yoktur. GDF, din dersleri yerine, dinler hakkında genel ve objektif bilgilendirmeyi de içeren Etik Derslerinin isteyenlere seçmeli dersl olarak verilmesini savunmaktadır.

Uyum entegrasyon değildir. O tüm parçaların eşit koşullarda kaynaşması ve bütünleşmesidir. Entegrasyon ile demokrasi arasında sıkı bir bağ olduğu görüşünü savunuyoruz. Her yönüyle işleyen bir demokrasinin olmadığı ortamda eşit haklardan ve eşit hakkın olmadığı ortamda entegrasyondan söz etmek olanaklı değildir. Biz evrensel değerler temelinde bir entegrasyondan yanayız.

GDF, Almanların Almanya’sından, tüm Almanyalıların Almanya’sına giden yolun bugünkü Almanya’nın demokratik yenilenmesinde ve yeniden yapılanmasından geçtiğini görmektedir. Hedef: evrenselleşmenin gereklerine ayak uyduran, insan haklarına sonuna kadar saygılı, gerçekten demokratik, vatandaşları arasındasn din, dil, ırk, cinsiyet, kültür, coğrafya ve siyasî düşünce farklılığı ayırımı yapmayan, bunları birer zenginlik olarak kabul eden, kendisine yurttaşlık bağları ile bağlı herkese eşit davranan, şans eşitliği sağlayan, ‘küreselleşmeyi’ reddeden, sosyal adalet ve sosyal devlet ilkelerini benimseyen bir Almanya’nın yeniden yapılandırılmasıdır.

Gerçek anlamda toplumsal bütünleşme, geçmişin misafir işçilerinin, dünün göçmenlerinin, bugün Almanya’da kalıcı olduğunu söyleyen de-facto vatandaşların, yani bizlerin ve yine bizler gibi yaşamlarının odak noktasını bu toprakların oluşturduğunu söyleyen ve geleceklerini yine bu topraklarda gören tüm insanların mutabakatı ile nasıl bir Almanya’da yaşamak istiyoruz sorusuna verecekleri ortak yanıtlar, dağılma sürecindeki Almanya’nın yeni bin yılda hangi ortak değerler, normlar ve kurallar etrafında yeniden bütünleşeceğini gösterecektir. Göç realitesi temelinde yeniden düzenlenmesi gereken Federal Anayasa özü itibariyle yeniden bütünleşme sürecinin temellerini oluşturabilir. Almanya toplumunu bir arada tutacak değerler, ilkeler ve normlar bütünleşen Avrupa’nın hangi değerler üzerinde yükseleceğini de yakından etkileyecektir.

Demokrasinin Demokratikleştirilmesi

Nüfusun yüzde onunun politik katılım hakkından yoksun tutulması antidemokratiktir. Politik hakkının gasp edildiği bir ülkede bırakalım tüm kurum ve kurallarıyla işlemesini, demokrasinin varlığından bile söz edilemez. Hayır, tek tük göçmen kökenli politikacının varlığı bu durumunu değiştirmemektedir.

Bir taraftan devlet resmî olarak seçme seçilme hakkını vermezken, diğer taraftan da bazı Alman siyasî çevreleri göçmenler adına “avukatlık politikası” yapma yanlışına ısrarla devam etmektedir. Bu tutum göçmenlerin kendilerini doğrudan ifade etmelerinin ve eşit hakların önünde ayrıca bir engel oluşturmaktadır.

“Göçmen dostu” görünen parti, örgüt ve kurumların bu tür davranışlarını, politik haklarımızın devlet tarafından gaspına suç ortaklığı olarak değerlendiriyoruz.

Bir yandan ırkçı, göçmen düşmanı sloganlarla politika yapılması engellenmezken ve hatta oy kaygıları ile destek görürken, siyasî arenada göçmenlerin kendilerini savunmaları fiilen engellenmektedir. Bu anlamda göçmenler savunmasız bırakılırken, diğer yandan toplumun protestosunu uyarabilecek politik hata ve eksiklikleri örtbas edebilmek, her an gündemi değiştirebilmek için bir günah keçisi olarak kullanılmaktadırlar. Bu durumla, ırkçı, neonazi örgüt ve çevreler palazlandırılmaktadır.

Göçmenlere, politik anlamda öncelikle Almanlar ve Alman olmayanlar arasındaki yasal bölünmüşlüğün bir parçası olarak işlev gördürülmeye devam edilmektedir. Bu resmî ayırımcılığın önüne geçilemediği sürece, göçmenlere yüklenen bu işlev devam edecektir. İktidar eden ve etmek isteyen tüm etabile partiler için göçmenler siyasî manevra olanağı sağlama açısından yararlanılacak bir insan grubunu oluşturmaktadırlar. Bu bilinçli ve sistematik bir politikadır.

İktidar edebilmek için her zaman sessiz ve savunmasız insan gruplarına ihtiyaç duyulur. “Böl ve yönet” taktiği eski olduğu kadar geçerlidir de. İşsizler ordusunun, ücretlerin düşük düzeyde tutulabilmesi ve ücret artışlarına karşı önleyici bir etmen olarak kullanılmasının yanı sıra, genelde iş teşvik yasasındaki engellerden dolayı işsizlik oranı yüksek olan göçmenler bu konuda katmerli olarak kullanılmaktadırlar. Kaldı ki, politik katılım hakkı gasp edilen göçmenler salt politik ve ekonomik sübap olarak değil, aynı zamanda toplumun genelinin elde edilmiş ekenomik ve demokratik haklarının budanması için de kullanılmaktadırlar.

Oysa yıllardır bu ülkede yaşamını sürdürmekte olan göçmenler, kendi sorunlarını ve taleplerini dile getirme konusunda çoktan yetkinleşmişlerdir. Hatta sadece kendi sorunları değil, ülkenin genel toplumsal sorunlarına yönelik çözüm önerileri üretebilecek düzeye gelmişlerdir. En azından kendi üzerlerinde döndürülen dolapları görebilen ve bu gidişata dur demek ihtiyacı duyacak düzeye gelmiş olan göçmenlerin, yetkinleşmek için bir bu kadar daha süreye ihtiyaçları olmadığı gibi, sabırları da yoktur.

GDF olarak, yaşamının 9/10’luk sürecini birlikte kat etmiş insanları politik açıdan reşit görmek istemeyen devletin, partilerin ve toplumsal örgütlerinin politik yetkinliği düşündürücüdür. Çünkü bu toplumun ‘ana aktörleri’ olanların bu toplumdaki ana değişim ve gelişimi görememeleri, ya onların beceriksizliği ya da art niyetli olmalarıyla açıklanabilir. Bu noktada varolan tutuculuk aynı zamanda uygarlığın gelişimine ayak diretmektedir. İnsanların farklı coğrafyalarda doğdukları için eşit ve reşit olamayacağı düşüncesi artık çağ dışıdır. Bu gerçeği kabullenmemek devleti yönetenlerin hatası olduğu kadar, çoğunluk toplumunun ve onun bireylerinin de hatasıdır. Zira devleti yönetenleri ve partileri onlar seçiyor, göçmen karşıtı politikalara oy vererek doğrudan desteklemiş oluyorlar. Diğer bir deyişle politikacılar bu toplumsal tutuculuğun ve gericiliği prim yaptığını biliyorlar ve kullanıyorlar.

F. Almanya’da demokrasinin tamamlanması açısından, bu ülkede yaşayan herkese başta seçme ve seçilme hakkı olmak üzere yaşamın her alanında eşit hakların verilmesi zorunludur. İnsanların şans eşitliğinin olmadığı veya yüzde onluk bir kitlenin, formel demokrasinin bile önkoşulu olan seçim hakkından mahrum olduğu bir ülkede tam demokrasiden söz edilemez. Bu hakları vermeyenler kadar, yüzde onluk bir insan grubunun haksız, hukuksuz yaşamasından rahatsız olmayanlar, ya da eşit haklar için çaba sarf etmeyenler de aynı oranda bu ayıba veya suça ortak olurlar.

Göçmenlerin toplumun eşit haklı bireyleri olabilmesi için başta toplumu yönlendirmede rol oynayan siyasî partiler olmak üzere, sendikalara, kiliselere ve diğer toplumsal örgütlere de görev düşmektedir. Siyasî partilerin iktidar olmak veya iktidarlarını sürdürmek için yalan – yanlış ve ikiyüzlü politikalar yapmaları anlaşılabilir veya seçim taktiği diye açıklanabilir (tabii kabul edilmez). Fakat sendika, kilise, yardım kurumu, meslek, kadın ve gençlik örgütleri gibi sivil toplum örgütlenmelerinin tavırları nasıl açıklanacak? “Partilerüstü”, “tarafsızlık” gibi gerekçelerle varolan hakim politikanın desteklenmesi esasında statükonun desteklenmesidir. Artık bu inandırıcı olmayan “gerekce”lerin arkasına sığınmaktan vazgeçilmelidir.

Burada çok rahatsız edici bir nokta, toplumsal örgütlerin ve sosyal yardım kurumlarının göçmenleri potansiyel “sosyal vakalar” olarak görmeleridir. Bu anlayış göçmenleri potansiyel suçlu olarak gören anlayışla paralellik taşımaktadır. Bu (bilinçli veya bilinçsiz) aşağılayıcı ve dışlayıcı bir yaklaşımdır. Sosyal politikanın da bu mantığı terk edecek şekilde kökten değiştirilmesi gerekmektedir.

Bu noktada öncelikle bu ülkenin aydınlarına büyük sorumluluk düşmektedir. Her toplumsal bilinç değişiminde aydınların üstlendiği rol ve etki bilinmektedir. Biz, F.Almanya’daki aydınların genel olarak bu alanda üstlerine düşen görevi yapamadıkları kanısındayız. Bu toplumsal değişim sürecinde aydınların etkin ve aktif olarak yer almamaları, F.Almanyadaki toplumsal ayrışım sürecinin ana nedenlerinden biridir. F.Almanya’daki aydınların, eylemsel ve düşünsel fukaralığı bir yana, zaman zaman iktidar politikaları paralelinde davranmaları vahim bir gerçektir.

F.Almanya, bu ülkede yaşayan ve ülke varlığının 9/10’luk sürecini tüm badireleriylebirlikte göğüsleyen göçmenlere yaşamın her alanında eşit haklar tanınmadığı zaman zarfında bugüne değin yıllardır sürdürdüğü insan hakkı ihlallerine devam edecektir. Evet, F.Almanya’da göçmenlere karşı uygulama temel insan haklarının ihlalidir.

Herkes için Anayasa

En üst toplumsal sözleşme olan Anayasa F.Almanya’da göçmenleri kucaklamıyor. Toplumsal ayırımcılık anayasada başlamaktadır. Federal Anayasa temel insan haklarının kullanımında bile Alman olanlar ve olmayanları ayırmakta ve kurumsal dışlamaya temel yaratmaktadır.

Göçmenleri eşit haklı bireyler olamamaları politik tercihlerden kaynaklanmaktadır. Yasal açıdan öne sürülen argümanlar sadece bahanedir. Politik olarak istenirse hukuksal engellerin aşılması mümkündür ve bunun en olumlu örnekleri komşu ülkelerde yaşanmaktadır. Anayasada bugüne kadar 46 kez değişiklik yapılmıştır, demek ki istenilse bir kez de göçmenler için yapılabilir. (...) Biz yasaların toplumsal adaleti sağlamak, şans eşitliği, hak ve özgürlükleri garanti altına almak için yapılmasından yanayız.

F.Almanya anayasası da dahil olmak üzere bir çok yasa Alman ve Alman olmayan ayırımı bu ülkede eşitsizliğin ve kurumsal dışlanmanın ana dayanağı durumundadır. Anayasanın 20.maddesi 2. ve 4.parağrafı göçmenleri de kapsayacak biçimde “Tüm yetkiler AFC yurttaşları tarafından seçme ve seçilme hakkı kullanılarak yerine getirilir” şeklinde değiştirilmesi gerekmektedir. Buna bağlı olarak anayasanın vatandaşlıkla ilgili Alman ve Halk tanımlaması değiştirilmelidir.

Yine anaysanın toplantı hakkını sadece Almanlara tanıyan 8.maddesi, örgütlenme hakkını belirleyen 9.maddesi, dolaşım özgürlüğünü belirleyen 11.maddesi, özgürce meslek, işyeri ve meslek eğitim yeri seçmeyle ilgili 12.maddesi, yurttaşlıkla ilgili 33. maddesi “herkes” şeklinde değiştirilmelidir.

Yuttaşlık haklarını kana ve kökene bağlı olarak tanımlamak artık çağdışıdır. İkamet prensibinden hareketle bu ülkede yaşayan herkes temel yurttaşlık haklarından yararlandırılmalıdır. Aynı ülkede yıllardır birlikte yaşayan insanların “ev sahibi ve misafirler” olarak kategorize edilmesi, bu kategorik ayırımın hukuken ve ideolojik olarak ebediyen sürdürülmesi niyeti, toplumsal parçalanmaya temel oluşturmaktadır.

“Yabancılar Yasası” bugüne değin göçü organize edecek başka düzenlemeler yapılmadığı için vardır. Bir yasaklar ve toplumsal dışlama belgesi olan Yabancılar Yasası derhal yürürlükten kaldırılmalıdır. Bunun alternatifi, F.Almanya’da yasal olarak 2 yıl yaşayan göçmenlere “Yerleşim Hakkının” verilmesidir. Yerleşim hakkı olanlar, seçme seçilme hakkı dahil, toplumsal yaşamın her alanında eşit haklara sahip olurlar. Göçmenlerin toplumla kaynaşması, şans eşitliğinin sağlanması için uzunca bire süre göçmenleri koruyucu önlemlerin alınması “pozitif ayırımcılık” gereklidir.

Politik sığınma hakkı, savaş ve doğal afet mağdurlarının hakları “Göç Yasası”ndan bağımsız ele alınmalı, politik sığınma hakkını içeren anayasanın 16. maddesi ilk formuna geri dönüştürülmelidir.

Bu anayasal ve yasal değişimlere ek olarak, göçmenleri dışlayan ayırımcı yasaların tümünün değiştirilmesi veya yürürlükten kaldırılması gereklidir. Ayrıca, ırkçılığa, ayırımcılığa ve dışlamaya karşı bir yasanın çıkartılması ertelenemez bir görevdir. Irkçı , faşist, neonazi örgütlerin yabancı aleyhtarı propaganda ve eylemleri bu kadar rahat yapmaları var olan yasal boşluklardan kaynaklanmaktadır. Irkçı, faşist ideolojinin ve bu anlamda da uluslararası antlaşmalarda insanlık suçu olarak tespit edilen kışkırtıcı görüşlerin savunulmasının, düşünce özgürlüğü ile uzaktan yakından hiç bir ilişkisi yoktur. Entegrasyon sürecini de olumsuz etkileyen ırkçı, neo-faşist propagandanın yasaklanması ve bu parti ve örgütlerin tereddütsüz kapatılması gereklidir.

Irkçılığın panzehiri eşitliktir

(...) Herkesin kendisini ırkçılıktan arındırması gerekmektedir. Irkçılığa karşı mücadele edebilmek için önce kendi içimizdeki ırkçılığı yenmemiz gerekir. Almanya’da var olam yerli-yabancı ayırımını kabul edenlerin, yani eşitsizliği meşru görenlerin ırkçı düşünce tarzıyla hareket ettikleri gerçeğini kavramaları gerekir. Alman merkezli düşünce tarzından, insan merkezli düşünce tarzına geçmenin zamanıdır. İnsanların eşitliği ve halkların kardeşliği savunulduğu zaman ırkçılığa karşı mücadele başarılı olacaktır.

Hâla “öz Almanları” bu ülkenin asli ev sahibi gören mantık; eşitlik, hak-hukuk isteyen göçmenlere “vatandaşlığa geç” yasal dayatmasını yapıyor. Bu kâğıt üzerindeki “uyruk değişimi” ne toplumsal eşitliği ve entegrasyonu sağlamada, ne de ırkçılığa maruz kalmada yeterli olmuyor. Alman pasaportu ırkçı saldırılardan korumuyor. Yakın tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. O resmî Alman tipolojisine uymayan, siyahî Alman, Yahudi, Türk, Rus v.b. kökenli bir sürü “sonradan” Alman pasaportlu olanlar ırkçı saldırılara maruz kalmış, hatta öldürülmüştür.

GDF olarak biz bu ülkenin ana çelişkisinin “Alman pasaportu” ile çözülemeyeceğini; aksine temel yurttaşlık haklarının herkes için geçerli olduğu demokratik yeniden yapılanma ile mümkün olabileceğini savunuyoruz. Biz Alman olma hakkını değil, yurttaş olma hakkını savunuyoruz. Yani evrenselleşmiş temel yurttaşlık haklarının hepsini birden istiyoruz.

İnsan için ekonomi

Bir yandan kalıcı işsizlik sayısı 4 milyon civarında seyrederken, diğer yandan F.Alman sermaye grupları kâr hacmi bakımından altın yıllarını yaşamaktalar. Finanskapitalin üretim alanlarındaki hâkimiyeti arttıkça sermaye spekülatif alanlara kayıyor, işyerleri kapanıyor. Diğer taraftan büyük işverenlerin üretim yan masraflarını düşürme talebi doğrultusunda hükümetler tarafından iş güvencesini budayan işten çıkartmaları kolaylaştıran, çalışma koşullarının gevşetilmesi gibi yasaların çıkartılması işsizliği artırmaktadır. İşsizliği yüksek olması insaları daha düşük ücretle çalışmayı kabullenmeye zorluyor. İç piyasanın bu talebi karşılamadığı durumlarda dışarıdan ucuz işgücü getiriliyor. Yeni gelen göçmenler ucuz ve taze işgücü açığını kapatmada değerlendirilmektedirler. Başta inşaat, sağlık, gastronomi, tarım gibi sektörlerin ihtiyacını hükümet regüle etmektedir.

“Greencard uygulaması bu ülkedeki eğitim sistemimdeki ihmalin ve eğitim politikalarının yanlışlığının bir ispatıdır. Bu, devletin patronları iki kez kollaması demektir, gerek eğitime yatırırım yapmayarak ülke kaynaklarının patronlara aktarılması, gerekse de kalifiye eleman yetiştirme zahmet ve masrafına katlanmadan çok kalifiyede olsa ucuz eleman istihdamıdır. Etik bir sorunda, beyin göçünü teşvik ederek diğer ülkelerin gelişmesinin engellenmesidir.

Ekonominin ekolojik dengesini kurmak artık zorunluluktur. İlk önce, kâr hırsı ve tüketim savurganlığının çevreyi yaşanılamaz hale getirmesi ve doğanın tahribatı önlenmelidir. Doğanın tamiratı/temizlenmesi doğayı kirletenlere fatura edilmelidir. Bu anlamda SPD/Yeşiller hükümetinin benzin fiyatlarını yükselterek “ucuz benzinin çevreye zararlı, pahalı benzinin yararlı” olduğu anlamına gelen yarım kalpli uygulamaları sonuç alıcı değildir. Petrol tekelleri, otomobil firmaları bir şekilde kâralrını telafi etmekteler, sonuçta fatura yine vatandaşa çıkmaktadır.

Sosyal adalet için

F.Almanya’da var olan gelir dağılımındaki dengesizlik ve adaletsizlik büyümektedir. 4 milyon işsizin yanısıra 6 milyona yakın insan da asgarî geçim standardının altında bir yaşam sürdürmektedir. Buna, F.Almanya’daki yeni yoksulluk neden olmuştur.

Son yıllarda sosyal yardımla geçinenlerin sayısı giderek artarken, bir yandan sosyal yardımların kısıtlanması, diğer yandan da ücret yan giderlerinin azaltılması adı altında işveren payları düşürülüp işsizlik yardımının tamamen kaldırılması planlanmaktadır. Bu tasarrufların işverenlere sübvansiyon olarak verme politikası sadece onların ceplerini doldurur. Bu yeni işyerleri açılmasını sağlayamayacağı gibi, adaletsizliği daha da derinleştirir, yeni toplumsal sorunların doğmasına ve büyümesine neden olur.

Hükümet vergi ‘reformunu’ emekçilerin ve dargelirlilerin lehine değiştirmelidir. Herkesten kazancına göre vergi sistemi yeniden düzenlenmelidir. Zenginlere ve patronlara tanınan türlü avantajlar kaldırılmalıdır. Asgarî düzeyde geliri olan ailelere kolaylıklar sağlanmalıdır. Vergi gelirleri başta eğitim, sağlık, konut, iş, kültürel ihtiyaçlar gibi temel alanlara harcanmalıdır.

Aynı durum farklı uygulamalarda ve farklı boyutlarda emeklilik, eğitim yardımı v.b. konularda da gündemde tutulmaktadır. Meslek eğitimi ve öğrenim alanında yapılan kısıtlamalar silahlanmaya yatırılırken, gençliğin geleceği tamamen karartılmaktadır. Devlet kaynaklarını öncelikle halkın refahı için kullanmalıdır.

Sendikal hareketin kazanımları olan sosyal ve ekonomik haklar bir bir budanmakta, sosyal devlet yapısının temelleri dinamitlenmektedir. Bu nedenle GDF, sendikal hareketin güçlenmesi, çalışanların ve tüm emekçilerin haklarının budanmasına karşı daha kararlı ve güçlü eylemlerle çıkmasından yanadır. Sendikalardaki rehavet bütün toplumu etkilemektedir. Sendikalar, toplumun en dinamik ve yaygın gücü çalışanları temsil ediyor. Çalışanların haklarının korunması ve işsizliğin önlenmesi diğer toplumsal katmanları da olumlu etkileyecektir.

Sosyal adaletin bozulması, katmanlar arasındaki dayanışmayı etkiliyor ve giderek toplumsal parçalanmaya dönüşüyor. Sosyal ve ekonomik dengelerin bozulmasından en çok göçmenler etkileniyor. Şüphesiz göçmenleri tek bir sosyal kategoride ele almak olanaklı değildir. Biz öncelikle F.Almanya’yı yaşam merkezi olarak seçmiş ve emeğiyle geçinen göçmenlerin haklarını savunuyoruz. Sosyal adalet toplumsal entegrasyonun besleyici gücüdür. Bu nedenle de göçmenlerin eşit haklara kavuşması, sosyal adalet ve demokrasi mücadelesiyle birebir bağlıdır.

Nach oben
Başa dön