Paternalist Avukatlar

Ya da; Göçmen işçilere sosyal yardım için ayrılan yüzmilyonlarca Euro’luk pastadan pay alma kavgaları

Murat Çakır

Göçmen işçilerin, göçün başladığı günlerden bu yana siyasetin objeleri olarak kullanıldıklarını söylemek herhalde pek yanlış olmaz. Göçün 47. yılı olan günümüzde dagi göçmen işçilerin varlığı siyasî hedeflerin gerçekleştirilmesi için enstrümentalize edilmektedir. Bu gerçek, göçmenlik alanında çalışan aktivistler için yeni bir şey değil. Ancak bu aktivistlerin bir çoğu – özellikle göçmenlerin özörgütleri – kendilerinin sözde “yabancı dostları” tarafından aynı şekilde kullanıldıklarının farkına (biraz geç te olsa) varmışlardır. Göçmenler, kendilerine “hamilik” yapan sosyal yardım kuruluşları tarafından devletin dağıttığı “yardım pastasından” pay alabilmek için koz olarak kullanılmaktadırlar. Kimi göçmen örgütleri projelerine destek almak için başvurdukları kamu finansman kaynaklarında köşe başlarının bu “yabancı dostu” yardım kuruluşları tarafından tutulduğunu görmüşlerdir. Daşıtılan pastadan göçmenlerin özörgütlerine düşen pay ise – eğer bürokratik engelleri aşma becerisini gösterip, destek alma şansını yakalarlarsa – kırıntıdan fazlası olmamaktadır.

Bazı okuyucular “sosyal yardım kuruluşlarının veya angaje olan Almanların yabancılarla ilgilenmelerinde ve destek çıkmalarında kötü olan bir şey yok ki” diyebilirler. Evet, yüzeysel olarak bakıldığında göçmenlerle ilgilenilmiş olması sevindirici bir gelişme. Ama, dediğim gibi, sadece yüzeysel bakıldığında. Göçmen işçilerin “avukatlığını” üstlendikleri iddia eden sosyal yardım kuruluşlarının “göçmenlere yardım” başlığı ile Federal Bütçedem aldıkları paralar karşılığında sundukları hizmetler gözönünde tutulursa – hele hele göçmen örgütlerinin parasal destek almadan onyıllardan beridir verdikleri hizmetlerle karşılaştırılırsa – gerçek resim ortaya çıkar. Ve gerçek resme dikkatli bakıldığında inanılan bir çok şeyin yanlış olduğu görülebilir. Bu çerçevede de “avukatlık politikaları” ile ırkçılık arasında bir bağlantı kurmak olanaklıdır.

Bu gerçekten de çok sert bir eleştiri. Eleştirinin haklılık payı olup olmadığını görmek için kısaca “sosyal yardım objeleri piyasasının” tarihçesine bakmak gerekli. Ancak bu şekilde kimi intensiyonlar ve bağlantılar daha açık olarak görülebilir.

Misafir işçiler Almanya’da

1950’li yıllarda Doğu Avrupa’dan gelen göçün kesilmesi “ekonomi mucîzesini” zora sokmuştu. Dönemin Federal Hükümeti tekellerin baskısıyla, ortaya çıkan işgücü açığını kompanse edebilmek için bir dizi ülkeyle “İşçi Mübadele Antlaşmaları” imzaladı. 1955 yılında İtalya ile yapıpal antlaşmadan sonra Almanya’ya sırasıyla İtalya’dan, İspanya’dan, Portekiz’den, Yunanistan’dan, Fas’tan, Tunus’tan ve Türkiye’den “Misafir İşçiler” gelmeye başladı. Göçmen işçiler baştan itibaren “misafir” olarak görüldüklerinden, ekonomi mucîzesi yıllarının heyecanından göçten kaynaklanan sorunların çözümü için herhangi bir konsept düşünülmemişti bile. Böylece zaman içerisinde “misafir işçilerin” varlığı giderek bir “sorun”a dönüştü. Artık bu “sorunu” idarî yönetim altına alma vakti gelmişti.

Alman işçi hareketinin bir kazanımı olan serbest sosyal yardım kuruluşları harekete geçirildi ve hükümet “misafir işçilerin sosyal sorumluluğunu” bu kuruluşlara verdi. Katolik kilisesinin sosyal yardım kuruluşu olan Caritas İspanyol, İtalyan ve Portekiz’li göçmen işçilerin sorumluluğunu, Protestan kilisesinin kuruluşu olan Diakonie protestan işçilerin ve Yunanlı göçmenlerin sorumluluğunu ve sosyaldemokrat işçi hareketinden doğan işçi yardımlaşma kuruluşu Arbeiterwohlfahrt da Türkiyeli, Tunuslu ve Yugoslavya’lı göçmen işçilerin sorumluluğunu üstlendiler. Hükümet sosyal yardım için bütçesinden ayırdığı paraları bu kuruluşlara aktarmaya başladı.

Ancak 1973 yılında yürürlüğe giren Mübadele Durdurma Yasası nedeniyle “misafir işçilerin” kalıcılık tandansında artış başladı ve zamanla aile birleşimleri hızla çoğaldı. Bu gelişme, göçmen işçilerin artık dinî gruplar olarak değil, ulusal gruplar olarak ele alınmasına neden oldu. Bu prensip halen geçerlidir. Çoğunluk topluma, yani Almanlara yönelik olan sosyal yardım prensibi yaş ve cinsiyet prensibine göre gruplandırılmasına rağmen, göçmen işçilere yönelik olan yaklaşım değişmedi.

Yetersiz sosyal yardım ve model projeler

Zaman içerisinde Alman sosyal yardım kuruluşlarının artan göçmen işçi sayısı karşısında yetersiz kaldıkları tespit edildi. Yeni çözüm önerileri gerekliydi ve bunlar gecikmedi. Kısa bir süre içerisinde Batı Almanya’nın neredeyse her yerinde yabancı kadınlar için sosyal ve sağlık yardımı, çocuk ve genç yabancılar için serbest zaman ve ev ödevi yardımı, pedagojik ve psikolojik danışma merkezleri gibi çeşitli projeler başlatıldı. Bu projelerin ezici çoğunluğu dernekler şeklinde örgütlenmiş kuruluşlar tarafından yürütülmekte ve bugün de olduğu gibi “Model Proje” karakteri taşımaktaydılar.

Bu model projelerin kurumsal finansman içerisine alınmamalarına rağmen, içerikleri sosyal yardım kuruluşlarının hizmetlerinin içerikleri ile örtüşmekteydi. Göçmenler sadece sosyal yardım objeleriydiler ve kararları hep Alman olan idarî yöneticiler veya sosyal danışmanlar vermekteydi. Göçmenlere yönelik sosyal yardım hizmetlerinin bugüne kadar hep sosyal yardım kuruluşlarının devasa idarî aparatları ve Alman sosyal danışmanları veya bunlar tarafından yönlendirilen proje dernekleri tarafından belirlendiğini tespit edebiliriz.

Tabii ki bunun da nedenleri var. Pay kavgası verilen göçmen işçi yardımları piyasasına egemen olan kuruluşların “status quo”nun korunmasın önemli çıkarları bulunmakta. Bunun haricinde göçmen işçi yardımlarının nasıl olması konusundaki egemen düşüncenin değişmesi istenmemekte. Diğer taraftan da hiç te küçümsenmeyecek büyüklükte olan maddî çıkarların yanısıra, geleneksel yardım kuruluşları sisteminin yeniden yapılandırılması istenmemektedir.

Avukatlık politikası

Göçmen işçilerin kendilerine yönelik sosyal yardım hizmetleri konusunda kendi kendilerini temsil etmelerinin hiç bir yasal temeli olmaması, yani hizmetler konusunda alınan kararlara hiç bir şekilde katılamamaları nedeniyle, geleneksel sosyal yardım kuruluşları “müvekillerinin” siyasî çıkar temsilciliğini de üstlenmişlerdi. Böylece zaman içerisinde, bugün karşı karşıya olunan ve göçmen işçilerin çıkarları yerine kuruluşların çıkarlarını temsil eden bir “avukatlık politikası” ortaya çıktı.

Bu “avukatlık politikasının” temelinde, asıl sorunun “Yabancıların varlığında ve yabancıların kültürel açıklarında” yattığı yaklaşımı yer almaktadır. Bu yaklaşıma göre göçmen işçilere yönelik hizmetleri kurumsallaşmış ayırımcılık ve dışlama mekanizmaları değil, “kültürel entegrasyon engelleri” nedeniyle “sosyal sorun” haline gelen göçmenlerin “sosyal sorun grupları” olarak stigmatize edilmeleri belirlemektedir. Sonuç itibariyle bu yaklaşım “zavallı yabancılar” adına siyaset yapma ve hizmetleri tanımlama terbiyesizliğine temel oluşturmaktadır.

Aslına bakılırsa göçmen işçilerinde sözüm ona kültürel eksiklikler nedeniyle ortaya çıkan entegrasyon engellerinin olduğunun enstrümentalize edilmesi ve göçmen işçilerin “yardıma muhtaç yabancılar” olarak karakterize edilmesi, egemen siyaseti ve çoğunluk toplumundaki ırkçılığı teyid etmekte ve meşrulaştırmaktadır.

Devlet tarafından lisanse edilen sosyal yardım tekelleri, göçmenlere yönelik sosyal yardım hizmetlerinde herhangi bir değişikliğe yanaşmamaktadırlar. Bu tavır, sosyal yardım hizmetlerindeki çoğulculuk prensibini, yardıma muhtaç olanların seçme özgürlüğünü ve küçük toplumsal grupların sosyal hizmetlerin belirlenmesindeki öncelikli rol ilkesini geçersiz kılmaktadır. Bu eleştirileri sadece göçmenler değil, bilimsel araştırmacılar da yapmaktadır. Toplumbilimciler J. Puskeppeleit ve D. Tränhardt daha 1990 yılında sosyal yardım tekellerinin “avukatlık politikalarını” sürdürerek kendi kurum çıkarlarını ön planda tuttuklarını ve bütçelerini “sosyal yardım maskesi” altında korumaya çalıştıklarını belirtiyorlardı.

Kanımca soruna salt çıkar kavgası perspektifinden bakmamak gerekir. Sorunun, özellikle çoğunluk toplumunun yaklaşımları konusunda belirleyici bir rolü bulunmaktadır. Sosyal yardım objeleri olan göçmen işçilerin ve özörgütlerinin sosyal yardım kuruluşlarının görev alanlarından bilinçli bir şekilde dışlanmaları nedeniyle, göçmen işçilerin göçten kaynaklanan sorunları pedagogize edilmiş ve apolitikleştirilmiştir. Sosyal yardım kuruluşlarının bu paternalist yaklaşımları sonucunda, sosyal yardım hizmetleri alanında olması gereken katılımcı değişimler ve toplumsal gerçeklere uygun yeniden yapılanma engellenmiştir. Sonuç itibariyle bu paternalist yaklaşım, göçmen işçilerin dışlayıcı ve ayırımcı yabancılar politikasından kaynaklanan sorunlarının sosyalpedagojik araçlarla çözülebileceği telkininde bulunmaktadır. Sözüm ona “kültürel engellerin” ve kültür farklılıklarının sürekli öne çıkarılması, kurumsal ve toplumsal ayırımcılığın üstüne sis perdesi yerleştirmekte ve onyıllardır yapılan siyasî hataların ortaya çıkmasını engellemektedir. Göçmen işçilerin “farklılığının”, sosyal ve siyasî beceri “yetersizliği” ile birlikte gerekçe olarak kullanılması, ırkçı yaklaşımların ve ksenofobil korkuların meşru zeminini oluşturmaktadır.

Göçmen azınlıkların sürekli sorun yaratan gruplar olarak ele alınmaları, yabancılar ve sosyal politikalarındaki konseptler üzerine yapılan tartışmalarda belirgin rol oynamakta ve ayırımcı yasal düzenlemeler için gerekçe oluşturmaktadır. Göçmen azınlıkların varlığı “sorunu” oluşturduğundan ve “göçmen azınlıkların ilk önce entegrasyona yatkın olup olmadıklarını ispat etmeleri” gerektiğinden, eşitlik ve siyasî katılım haklarının verilmesine yönelik istemler, daha teaffuz edilmeden reddedilmektedir. Göçmen azınlıkların ve özörgütlerinin siyasî karar mekanizmalarından dışlanmaları ve siyasetin malzemeleri olarak kullanılmaları, sosyal yardım kuruluşlarının sözde “reşit olmayan ve yardıma muhtaç müvekkileri” adına çıkar temsilciliği yapmalarını sağlamıştır.

Göçün 47. yılında gerek karar vericide, gerekse de sosyal politikaların uygulayıcısı durumdaki yardım kuruluşlarında bir paradigma değişikliği gereklidir. Sosyal yardım hizmetlerinin, salt bu hizmetleri veren kuruluşların maddî çıkarları çerçevesinde belirlenmesi, sosyal devlet anlayışının giderek lobi anlayışına dönüşmesine ve sosyal devleti yıkmaya çalışan neoliberal ekonomi kurmaylarının işlerini kolaylaştırmaya yaramaktadır. Göçmen işçilerin özörgütleri onyıllardan beridir herhangi bir kamu yardımı almadan, gerek Federal Alman devletinin gerekse de Almanya sosyal yardım kuruluşlarının sundukları sosyal yardım hizmetlerinden çok daha fazlasını sağlamışlardır. Sözüm ona “yabancı dostları” ve kimilerinin iyi niyetinden şüphe duymadığım sosyal yardım girişimleri, göçmen işçilerinin kendi çıkarlarını kendilerinin telaffuz edebileceklerini ve çıkarlarını kendilerinin koruyabileceklerini artık anlamalarının zamanı gelmiştir. Neoliberal saldırılar ancak çoğunluk toplumunun demokratik temsilcilerinin, azınlık durumundaki göçmen işçilerle eşit göz hizasında verecekleri ortak mücadele ile göğüslenebilir. Eşit göç hizasının sorumluluğu ise göçmen işçilerde değildir.

Nach oben
Başa dön