ALLAH AŞKINA?

İslam din dersleri: amaç için araç

Murat Çakır

10 Ekim 2002 tarihinde Federal İş Mahkemesinin vermiş olduğu bir karar, Almanya’daki müslüman azınlıkla ilgili tartışmaları yeniden alevlendirdi. Başörtüsü taktığı için işten çıkarılan bir Türkiyeli kadının açtığı dava mahkeme tarafından kabul edildi. Almanya’da nedense siyasî kararla çözülebilecek sorunların Federal Mahkemeler tarafından alınan bir kararla çözülmeye çalışılması bir gelenek haline geldi. Aslında bu bir çözümsüzlüğün ifadesinden başka bir şey değil.

Ama, biz konumuza dönelim. Federal Almanya’da yaklaşım 3 milyon İslam dini mensubu yaşamaktadır. Bu insanların küçümsenmeyecek bir bölümü Alman vatandaşıdır. İslam dinine mensup olanların bu ülekede yaşaması, beraberinde çözülmesi gereken bazı sorunları da getirmektedir. Federal Anayasa’nın eşitlik ilkesi çerçevesinde bu insanların özgür ibadet etme hakkı ve ruhanî destek alma hakkı saklıdır. Saklıdır saklı olmasına da, sorunlar yumağı olmaktan kurtulamamıştır.

Konuyu İslam din dersleri özelinde ele alırsak, sorunun boyutu biraz daha açık olarak ortaya çıkar. Federal Alman okullarında İslam din dersi verilmesi talebi uzun süreden beri bazı gruplar tarafından dile getirilmektedir. Hatta Berlin Eyalet İdarî Mahkemesi bu konuda bağlayıcı bir karar alarak “İslam Federasyonu”na Berlin’deki okullarda İslam din dersi verme yetkisini tanımıştır. “İslam Toplumu Millî Görüş” ile bağlantısı olduğu bilinen bu örgüte bu hakkın tanınması kamuoyunda hayli tepki çekmişti. Berlin Alevi Kültür Merkezi de “onlar verirse, biz de veririz” anlayışıyla Alevi din dersi için başvurdu. Ama hiç kimse – eleştirenler dahi – “din dersi okullarda gerekli midir?” sorusunu nedense sormadı. Medya da ise alışılmış “köktendinciler okullarda” başlıklı haberlerle tepkide bulunuldu.

Hepsi köktendinci mi?

Federal Almanya’daki köktendinci islamist grupların toplam kitle gücünün, İslam dinine mensup olanların arasında sadece %1,15’lik bir oran teşkil etmesine rağmen, bilinen gerekçelerle kamuoyunda İslamın ve İslam dinine mensup olanların Batı Avrupa medeniyetlerine karşı bir tehdit oluşturduğu propagandası yapılmaktadır. Çoğunluk toplumun fertleri arasındaki bu duygular, Cezayir, Afganistan ve özellikle 11 Eylül olayları göz önünde tutulduğunda anlaşılabilir duygulardır. Ama bu her camii derneğinin veya başörtüsü takan bir kadının ardında bir köktendinci aramaya yeterli midir?

Gerçektende böylesine duygusal yürütülen bir toplumsal konuda objektiviteyi yakalayabilmek hayli güç. Ama özellikle İslam ve İslam din dersleri konusuna çeşitli perspektiflerden bakmak ve objektif sonuçlara ulaşmak zorunluluk taşımaktadır. Bunu yaparken bütün bağlantılar gözden geçirilmeli ve konu – abartılmadan veya küçümsenmeden – detaylı birşekilde ele alınmalıdır.

İslam üzerine yapılan tartışmaları, İslamı bir din olarak ele almak yerine salt köktendinci islamistler üzerine yoğunlaştırmak bana kalırsa pek yararlı olmamakta. Köktendinci islamizm bence bir inanç değil, ideolojidir. Kaldı ki “köktendincilik” salt İslama ait olan bir olgu değildir. Haberleri az çok izleyebilen herkes, gerek İsrail’in işgal ettiği bölgelerdeki yerleşimcilerin önemli bir bölümünün ve ABD’de kürtaj yapan doktorları öldürmekten çekinmeyen Protestan kürtaj karşıtlarının da “köktendinciler” olduklarını bilmektedir.

Ayrıca İslam ülkelerindeki islamist grupların kitleselleşme başarılarının ardında, kapitalizmin yağma ekonomisinin sonuçları olan yoksulluğu, geleneksel değerlerin kayboluşunu ve artan bireyselliği tematize eden bir sosyal hareket olmalarının yattığı unutulmamalıdır. Köktendinci islamistler bu ülkelerde, antiemperyalist yaklaşımlarıyla ve sol söylemlerle geleneksel “Sol”un yerini almışlardır. AKP ve Saadet Partisi’nin Türkiye’deki güçlenmelerinin ardında da bu yatmaktadır.

İslamistlerin Almanya’da da güçlenmelerinin nedeni buna benzemektedir. Almanya özelinde belirleyici olan, Alman devletinin ve hükümetlerinin bilinçli olarak yürüttükleri ayırımcılık ve dışlama politikaları sonucunda göçmenlerin kendi kendilerini izole etmeleridir. Ayırımcılık ve dışlama, genç göçmenlerin köktendinci islamist örgütlenmeleri çekici bulmalarının temel nedenidir. Çünkü orada “bizden birisi” duygusunu yaşamakta ve kendilerine eşit davranılmaktadır. Bu nedenle Federal Almanya’da islamist örgütlenmelerin güçlenmesinde Alman devletinin önemli bir rolü olduğunu söylemek pek yanlış olmaz.

İslamistler ile inananlar arasında ayırım yapmak

İşte bu görüldüğü kadar kolay değil. Köktendinci islamistler,tek doğruyu kendilerinin savunduğunu iddia ederek dinî sembolleri ve gelenekleri ideolojileştirmelerine ve siyasallaştırmalarına rağmen, Federal Almanya’da radikal söylemlerden uzak duran ve diyaloğa yatkın kurumlar oldukları resmini çizmeye çalışmaktadırlar. Almanca söylemlerinde kendilerini Federal Anayasa’nın “gerçek” savunucuları olarak tanımlayan islamist örgütlenmeler, Federal Anayasa’ya ters düşerek “sınırsız ibadet özgürlüğü”nü talep etmekteler. Eskiden kendilerini kamuoyundan olduğunca izole ederlerken, şimdi çok uluslu örgütlenmelerin önemini kavrayarak, böylesi çok uluslu çatı kurumlarını kendi siyasal hedefleri için başarı ile kullanabilmektedirler. Öyle ki, başta Federal Cumhurbaşkanı olmak üzere çeşitli devlet kurumları bu örgütleri artık kendilerine muhatap almakta ve dinî konularda “bilirkişi” statüsü tanımaktadırlar.

İslamistler bu stratejileri ile Federal Almanya’da yaşayan tüm “müslümanları”, hayatın her alanını içeren sosyal, kültürel, ekonomik ve dinî kurumsallaşma ile kendilerine bağlanma ve etkilemeyi amaçlamaktadırlar. Dışa karşı Federal Anayasa’ya bağlı tavır takınan ve kültürlerarası diyaloğu “teşvik” edici söylemlerde bulunan bu örgütlenmeler, dini ve din derslerini siyasî hedefleri için bir araç olarak kullanmaktadırlar.

İslam din dersi bu nedenle islamist örgütlenmeler için bir “kapı aralayıcı” görevini üstlenmektedir. Asıl amaç devlet katında ciddiye alınan bir muhatap rolünü üstlenmek, bir kamu kuruluşu statüsünü yakalamaktır. Bu nedenle bu örgütlenmeler din derslerinin köken dilleri yerine Almanca verilmesine karşı çıkmamaktadırlar. Onlar için önemli olan Alman devleti tarafından olumlu bir değer notu almaktır. Olumlu not alındığında, Hıristiyan kiliselerine verilen hakları kendileri için talep edeceklerdir, ki bu durumda bu hakların verilmemesi Federal Anayasa’ya aykırı olacaktır.

Kiliselerin oynadığı rol

İlginçtir; yıllardan beridir “Almanya’nın islamize edilmesi tehlikesi”ne karşı kamuoyunu uyaran çevreler ve özellikle ayırımcı yabancılar politikalarının mimarı olan Hıristiyan Birlik Partileri (CDU/CSU) Berlin Eyalet Mahkemesinin almış olduğun kararı alkışlamışlardır. Bunun ötesinde bu çevreler Anayasayı Koruma Teşkilatı tarafından açık islamist örgütler olarak tanımlanan ve gözlem altında tutulan örgütlerin oluşturduğu çatı örgütlerini, devletin en üst taşımakta ve kamuoyunda “Hıristiyan – İslam Diyaloğu” adı altında tanınmalarını sağlamaktadırlar.

Bu yaklaşımdaki absürdizmi çözmek için, kiliselerin oynadığı role bakmak gerekir. İki Almanya’nın birleşmesi ile okullarda din dersi yerine, genel ahlak derslerinin verilmesi tartışması başlamıştı. Kiliseler bu tartışmaları daha başından durdurmak için olağanüstü çaba sarfettiler. İşte tam bu sırada kiliseler arasında İslam din dersinin verilmesi ile ilgili olarak bir değişim yaşandı. İslamistlerin çizgisini belirlediği kuruluşlar bir anda kiliselerin doğal müttefiki haline geldiler. Neredeyse bütün eyaletlerde İslam din dersi verilmesi tartışmalarındaki öncü rolünü Hıristiyan kiliseleri üstlenmeye başladı. Aslında genel anlamda Almanya’daki eğitim sisteminin yeniden yapılanması yönünde yürütülen tartışmalar böylelikle “İslam din dersi verilsin mi, verilmesin mi?” ve “Almanca’mı verilsin, Türkçe’mi verilsin?” tartışmasına indirgendi.

Kiliseler bu bilinçli yön değişikliğini sağlayabilmek için köktendinci islamist örgütlenmeler ile birlikte çalışmayı ve bu örgütlenmeleri devletin muhatap olarak tanımasını kabullenmiş durumdalar. Kiliseler, aynı köktendinci islamist örgütlenmeler gibi, İslam din dersi tartışmalarını bir araç olarak kullanmaktadırlar. Aradaki tek fark, kiliselerin okullardan din dersinin çıkarılmasını ve böylelikle gerekli olan eğitim reformunun gerçekleşmesini engellemeyi amaçlamasıdır.

Türkiye Cumhuriyeti devletinin etkileme girişimleri

Bu bağlamda diğer ilginç bir olay da, Diyanet kanalıyla Türkiye Cumhuriyeti devletinin Federal Almanya’daki etkileme girişimleridir. Türkiye’de din dersleri konusu, kendi siyasî hedeflerini gerçekleştirmede bir araç olarak kullanmaktadır. İslam din derslerinin Almanca verilmesine büyük tepki gösteren kuruluşlara bakıldığında, Türkiye’nin bu konuda gösterdiği hassasiyet daha iyi görülebilir. Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı olarak Federal Almanya’da faaliyet gösteren DİTİB, Atatürkçü Düşünce Dernekleri, kimi Türk öğretmen ve veli dernekleri, Almanya Türk Toplumu gibi lobiciler ve konsolosluklar “laik eğitim” kisvesi altında İslam din derslerinin Almanca verilmesine şiddetle karşı çıkmakta, Türkiye’den gönderilen öğretmenler kanalıyla Türkçe verilmesini istemektedirler. Bu taleplerine gerekçe olarak da, köktendinci islamist örgütlenmelerin İslam din derslerinde laiklik ve dolayısıyla Türkiye karşıtı propaganda yapacaklarını göstermektedirler.

Bu gerekçede haklılık payı olmasına karşılık, Türkçe din dersi verilmesinin istenmesinin ardında, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Federal Almanya’da yaşayan Türkiyeliler üzerindeki etki alanının kaybolabileceği kaygısı yatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti kendi propaganda alanını kaybetmekten korkmaktadır. Yani, Türkiye Cumhuriyeti devleti de İslam din dersini amaçlarını gerçekleştirmede kullanacağı bir araç olarak görmektedir.

Kimi aydın laisist kaygılardan dolayı din derslerinin Türkçe verilmesini savunmaktadır. Buna gerekçe olarak da, Almanca verilen din derslerinde laik yaklaşımların olmayacağı gösterilmekte ve Türkçe din dersi ile kuran kurslarına katılanların sayısının azaltılacağı savunulmaktadır. Bu, özünde iyi niyetli olan yaklaşımın son derece yanlış olduğunu vurgulamak gerekir. Çünkü din dersleri ile kuran kursları farklı şeylerdir. Öyle olmasaydı, laik eğitimin olduğu iddia edilen Türkiye’de sınıf geçme notunu içeren din dersleri yaygın olduğundan, kuran kurslarının kapanmış olması gerekirdi. Aslına bakılırsa kuran kursları köktendinci islamistler için kadro yaratmada kullanılan siyasî enstrümanlardır. Bu Federal Almanya için de geçerlidir ve islamistlerin böylesi bir enstrümanı elden bırakacaklarını düşünmek saflık olur. Tam tersine, islamistler din derslerini kuran kurslarının reklamını yapmak için kullanacaklardır.

Görüldüğü gibi İslam din dersi konusu çeşitli kesimler tarafından bir araç olarak kullanılmaktadır. Her ne kadar amaç farklı olursa olsun, sonucunda İslam din dersleri İslam dinine mensup olan geniş bir kesimin çıkarlarına terstir. Federal Almanya toplumunun içinde bulunduğu durum açısından bakıldığında, İslam din derslerinin okullarda verilip verilmemesi can alıcı asıl soru değildir. Üzerinde tartışılması ve gerçekleştirilmesi gereken Federal Alman eğitim sisteminin, ayırımcı ve dışlayıcı yönetmelikler ile ırkçı söylemleri içeren ders kitaplarından kurtulup, göç toplumu olma realitisine uygun bir biçimde nasıl yeniden yapılandırılacağıdır. Yanıtlanması gereken ve İslam dinine mensup olanların ezici çoğunluğunun çıkarına olan budur.

Başa dön
Nach oben