"Tatil günü protestoları savaşları engellemez!"

Hindistanlı yazar Arundhati Roy'un Mumbai'de düzenlenen 4. Dünya Sosyal Forumunda yaptığı konuşmanın Türkçe çevirisi

Çeviri: Murat Çakır

Geçen yılın Ocak ayında binlerce kişi olarak Brazilya'nin Porto Allegrwe kentinde bir araya gelerek şu açıklamayı yaptık: "Başka bir dünya olanaklı!" Bizden bir kaç bin mil kuzeyde, Washington'da George Bush ve danışmanları da aynı şeyi düşünüyorlardı. Bizim projemiz Dünya Sosyal Forumu idi. Onların hedefi ise, bir çok kişinin Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi"dedikleri İdi.

Böyle şeylerin yıllar önce sadece sessizce ifade edildiği Avrupan'ın veAmerika'nın büyük kentlerinde insanlar şimdi emperyalizmin iyi taraflarından ve başkaldıran bir dünyayı kontrol etmek için güçlü bir imparatorluğun gereğinden konuşmaktalar.Yeni misyonerler, adalet pahasına düzen kurmak istiyorlar. Onur pahasına da disiplin. Ve her pahaya üstünlük.Arada sıradabizlerden bazıları, medya tekelleri tarafından sunulan "tarafsız platformlarda" sorunu tartışmak için davet ediliyoruz. Emperyalizmi tartışmak, iğfal edilmenin olumlu ve olumsuz yanlarını tartmaya benziyor. Buna ne diyebiliriz? Böyle bir şeyi aradığımızı mı?

Teröre karşı savaşta, yoksulluk terörizmle karıştırılıyor

Her halükarda yeni emperyalizm üstümüzde.(Yeni emperyalizm), bir zamanlar tanıdığımız (emperyalizmin) yeniden modellendirilen, modernleştirilmiş bir şeklidir. Tarihte ilk defa dünyayı yarım günde yok edebilecek silah cephanesine sahip olan tek bir imparatorluk, tek kutuplu ekonomik ve askeri hegemonya kurdu. (Bu imparatorluk) farklı piyasaları kırmak içi çeşitli silahlar kullanıyor. Tanrının bu düyasında, Amerikan roketlerinin ve IMF çek koçanlarının boyunduruğu altında olmayan bir tane bile ülke yok. Arjantin neoliberalkapitalizmin baş figürü, Irak ise "kara koyunu"dur.

Jeopolitik açıdan imparatorluk için stratejik değeri olan veya tanrı aşkına petrol, altın, elmas, kobalt, kömür gibi doğal hammadde kaynaklarına sahip olan yoksul ülkeler, ya boyun eğen konumunda olmak zorundalar, ya da askeri hedef olacaklar Doğal kaynakları en fazla olanlar, en büyük tehdit altındadırlar. Kaynaklarını şirket mekanizmalarına isteyerek vermedikleri takdirde, sivil karışıklıklar çıkartılmakta veya onlara karşı savaş açılmaktadır. İmparatorluğun bu, hiç bir şeyin göründüğü gibi olmadı yeni çağında ilgili şirketlerin menecerleri dış politik kararları etkileyebilmektedirler. Washington'daki Kamu Bütünlüğü Merkezi, ABD hükümetinin Savunma Politikası Komisyonunun 30 üyesinden dokuzunun, 2001 ve 2002 yıllarında savunma sektöründe toplam 76 milyar Dolar'lık ihale verilen şirketlerle bağlantılı olduğunu ortaya çıkardı.

Eski ABD Dışişleri Bakanı George Schultz, Irak'ı Kurtarma Komitesinin başkanıydı. Aynı zamanda Bechtel Grubu'nun murakabe meclisine üye. Irak'la savaşılma durumunda çıkar çatışması olabilir mi sorusuna, şu yanıtı vermişti: "Bechtel'in buradan bir fayda görüp görmeyeceğini bilmiyorum. Ama orada iş yapılması gerekiyorsa, Bechtel o işi yapabilecek şirkettir. Ancak hiç kimse bunu kar edilecek bir iş olarak görmüyor." Savaş sonrasında Bechtel Irak'ın yeniden yapılanması ile ilgili olarak 680 milyon Dolarlık bir ihale aldı.

Bu zalim plan hep kullanıldı - bütün Latin Amerika'da, Afrika'da, Orta ve Güneydoğu Asya'da. Ve milyonlarca insanın yaşamını kaybetmesine neden oldu. Tabii ki her imparatorluğun her savaşı haklı bir savaş olarak deklare edilmekte. Bu da genellikle medya tekellerinin rolüne bağlıdır. Medya tekellerinin neoliberal projeyi sadece desteklemediklerini anlamak önemlidir. Medya tekelleri neoliberal projenin kendisidir. Bu seçtikleri bir pozisyon değil, yapısal konum gereğidir. Bir çok ulusun - aynı aileler gibi - korkunç sırları bulunmaktadır. Bu nedenle medyanın yalan söyleme gereği bile yoktur. Asıl önemli olan, vurgulanan ve söylenmeyendir.

Hindistan'ın adil bir savaşın hedefi olduğunu varsayalım. 1989'dan beri Kaşmir'de, çoğunluğu müslüman ve çoğunlukla Hintli güvenlik güçleri tarafından öldürülen 80 bin insan gerçeği (ki bu yılda ortalama 6 bin kişi demektir); Gujarat sokaklarında 2003 Mart'ında, polisin ve yönetimin gözleri altında, hatta katılımıyla 2000 müslümanın öldürülmesi, kadınların gruplar tarafından iğfal edilmesi, çocukların diri diri yakılması ve 150 bin insanın yurtlarından edilmesi gerçeği; bu suçlardan dolayı hiç kimsenin yakalanarak, cezalandırılmamış olması gerçeği ve bütün bunları bilen bir hükümetin tekrar seçilmiş olması - tüm bunlar, savaşı körükleyen uluslararası gazeteler için perfekt bir başlık anlamına gelirdi. Ayrıca, kentlerimizin roket ve bombalarla yerle bir edileceğini, köylerimizin dikenli tellerle çevrileceğini, ABD askerlerinin sokaklarımızda devriye gezeceğini ve Narendra Modi, Pravin Togadia veya başka popüler birisinin prime Time zamanında - aynı Saddam Hüseyin'in ABD tarafından esir alınması gibi - saçlarının bitlenip bitlenmediğinin ve diş dolgularının ne halde olduğunun kontrol edileceğini biliyoruz.

Ancak "piyasalarımızın" açık olduğu, Enro, Bechtel, Halliburton, Arthur Andersen gibi şirketlere serbesti tanındığı müddetçe, bizim "demokratik seçimle" işbaşına gelen önderlerimiz çekinmeden demokrasi ile faşizm arasındaki çizgiyi blulaştırabilirler. Hükümetimizin korkakça, blok bağımsızlığının gurulu geleneğini terk etmesi ve tamamen bağımlıların başında yer alma isteği, meşruiyetlerini kaybetmeden baskıcı bir rejime dönmelerini sağlayan serbestiyı vermiştir. Bir hükümetin kurbanları sadece öldürdükleri ve hapse attıkları değildir. Mülkleri ellerinden alınanlar, yurtlarından edilenler ve açlık ve yoksulluk içerisinde yaşamaya itilenler de kurbanlar arasında sayılmalıdırlar. Sözde "gelişme projeleri" ile milyonlarca insanın mülkleri ellerinden alınmıştır. Son 55 yıl içeriside Hindistan'da inşaedilen büyük barajlar nedeniyle yaklaşık 55 milyon insan yerleşim bölgelerini kaybetmişlerdir. Onların adalet bulma şansları kalmamıştır.

Son iki yılda polisin barışçıl bir şekilde protestolara katılan insanlara, çoğunlukla Dalit'ler ve Adivasi'ler, ateş açtığı bir çok olay meydana gelmiştir. Yoksullar ve özellikle Dalit ve Adivasi toplulukları, orman alanlarını kullandıkları ve orman alanlarının baraj, maden, çelik fabrikaları ve başka "gelişme projeleri" için yok edilmesini engellemeye çalıştıkları için öldürülmektedirler. Polisin ateş açtığı neredeyse bütün olaylarda hükümet, polisin şiddet olayları ile provoke edildini öne sürmüştür. Üstlerine ateş açılanlara militan damgası vurulmaktadır.

Ülkenin her tarafında küçük çocuklar dahil olmak üzere suçsuz insanlar "Terörizmle mücadele yasası" çerçevesinde hapse tıkıldı ve mahkeme önüne çıkarılmadan halen hapiste tutulmaktalar. Terörle savaş çağında ard niyetli bir biçimde yoksulluk ile terörizm birbirne karıştırılmaktadır. Korporatif küreselleşme çağında yoksulluk bir suç olarak görülmektedir. Yoksullaştırılmaya karşı verilen mücadele ise terörizm olarak nitelendirilmektedir. Ve şimdi en yüksek mahkememiz bize grev yapmanın da bir suçolduğunu söylemekte. Tabii ki mahkemeleri eleştirmek te bir suç olarak algılanmakta.

Yeni emperyalizm, aynı eski emperyalizm gibi ajanlardan ve imparatorluğa hizmet veren yolsuz yerel elitlerden oluşan bir ağ üzerinde temellenmektedir. Zamanın Maharashtra hükümeti Enron şirketi ile, bu şirkete Hindistan'ın zirai bütçesinin yüzde 60'ına eşit olan bir meblağı garanti eden elektrik sözleşmesini imzalamıştı. Tek bir Amerikan şirketine, 500 milyon insan için gerekli olan bir altyapının kurulmasına yetecek kadar parayı kar olarak garanti ettiler!

Cancun bize uluslararası birlikler kurmayı öğretti

Yeni emperyalist, eskiden olduğu gibi insan girmemiş ormanlarda Malarya, ishal veya ölüm korkusu ile dolaşmak zorunda değil. Yeni emperyalizm E-Mail üzerinden yaygınlaştırılabilir. Eski emperyalizmin argo ve klasik ırkçıları yok artık. (Arundhati Roy bu bölümde ironik bir biçimde ABD'nin Thanksgiving bayramında masaya konulan hindilerini "yeni ırkçılığın dokunmadığı çeşitli ülkelerin yerel elitleri, yatırım bankacıları, Colin Powell veya Condoleeza Rice'a benzeyen bazı şarkıcı ve yazarlardan oluşan yeni ve çok özenle yetiştirilmiş hindiler" ile karşılaştırıyor. Roy bu bölümde, diğer milyonların işlerini kaybettiklerini, evlerinden atıldıklarını, su ve elektriklerinin kesildiğini ve AİDS nedeniyle yaşamlarını yitirdiklerinden bahsediyor.)

Yeni ırkçılıık projesinin bir bölümü yeni genozidtir. Bu ekonomik açıdan yeni karşılıklı bağımlılık döneminde, yeni genozid ekonomik yaptırımlarla gerçekleştirilebilir. Yani, insanları dolaysız öldürmeden, kitlesel ölümlere yol açabilecek koşullar yaratılabilir. 1997'den 1998 yılına kadar Irak'ta BM'in İnsancıl İşler Koordinatörü Dennis Halliday (ki, daha sonra iğrenerek görevinden istifa etmişti), Irak'a karşı uygulanan ambargoyu tanımlamak için soykırım terimini kullanmıştı. Yarım milyon çocuğun ölümüne neden olan ambargo, Saddam Hüseyin'in tüm yaptıklarını gölgede bırakmıştı. Bu nedenle yeni dönemde apartheit antikalaşmış ve gereksizleşmiştir.

Uluslararası ticaret ve mali enstrumanları, yoksulları Bantustan'larında tutan ticaret yasaları ile mali antlaşmaların komplike bir sistemini yönetmektedirler. Bunların tek amacı, eşitsizliği kurumsallaştırmaktır. Yoksa ABD neden Bangladeşli bir tesktil üreticisinin malına, Büyük Britanyalı bir üreticinin malından yirmi kat daha fazla gümrük uygulasın? Yoksa neden dünya kakao üretiminin yüzde doksanını ellerinde tutan ülkeler çikolata üretiminin sadece yüzde beşini gerçekleştiriyorlar? Neden, Fildişi Kıyısı ve Gana gibi kakao üreten ülkeler, kakaolarını çikolata haline getirmek istediklerinde yüksek vergilerle piyasa dışı ediliyorlar? /Yoksa neden, ziraat subvansiyonu olarak günde bir milyar dolar harcayan zengin ülkeler, Hindistan gibi yoksul ülkelerden ziraat ve elektrik için ayırdıkları subvansiyonları kesmek istiyorlar ki?

Tüm bu nedenlerden dolayı Cancun Ticaret Antlaşmasının kargaşaya uğraması bizim için önemliydi. Kendi hükümetlerimizin "biz başardık" diye pohpohlanmalarına rağmen, bunun yıllarca bir çok ülkede mücadele veren milyonların başarısı olduğunu biliyoruz. Cancun'un bize asıl öğrettiği, gerçek zararı vermek ve radikal bir değişim sağlamak için, uluslararası birliktelikler kurmanın yerek direniş örgütlenmeleri için son derece önemli olduğudur. Cancun'da küreselleşen direnişin önemini öğrendik.

Hiç bir ulus korporatif küreselleşme porejesine karşı tek başına direnemez. Her defasında zamanımızın kahramanlarının neoliberal proje karşısında küçüldüklerini gördük. Olağandışı, karizmatik adamlar, muhalefette birer dev iken, devlet başkanları olduklarında, küresel alanda zayıf kalıyorlar. Burada Brezilya Başkanı Lula'yı anımsatmak istiyorum. Lula geçen yılki Dünya Sosyal Forumu'nun kahramanıydı. Bu yıl ise IMF'nin yönetmeliklerini uyguluyor, emekli aylıklarını azaltıyor ve İşçi Partisinden radikalleri atıyor. Güney Afrika'nın eski Başkanı Nelson Mandelayı'da düşünüyorum. Hükümeti, iktidara gelişinden iki yıl sonra piyasa ekonomisinin tanrısı önünde diz çöktü. (Güney Afrika) hükümeti milyonlarca insanı evsiz, işsiz, susuz ve elektriksiz bırakan masif bir özelleştirme ve yapısal dengeleme programı yürüttü.

Bunlar neden oluyor? Göğsümüze vurup, aldatıldığımızı hissetmek bir şey getirmez. Lula ve Mandela her konuda büyük insanlar. Ancak, muhalefet cephesinden iktidar cephesine geçtikleri momentte, sermayenin yurtdışına kaçması gibi bir hükümeti bir günde alaşağı edebilecek tehditler spektrumu ile karşılaşmaktalar. Kişisel karizma ve mücadele dolu bir yaşamın korparatif tekellere bir şey yapabileceğini sanmak, kapitalizmin nasıl işlediğini ve gücün nasıl kullanıldığını bilmemek anlamına gelir. Radikal değişim hükümetlerin görüşmeleri sonucunda değil, insanlar tarafından dayatılarak gerçekleştirilir.

Direnişimizin stratejisi üzerine tartışmalıyız

Bu hafta Dünya Sosyal Forumu'nda dünyanın en iyi düşünürleri, etrafımızda olup biten üzerine görüş alışverişinde bulunacaklar. Bu tartışmalar, gerçekleşmesi için mücadele ettiğimiz dünyanın vizyonunu daha iyi bir şekilde görülür hale getirmektedir. Bu, üstü örtülmemesi gereken vital bir süreçtir.

Buna rağmen, eğer gerçek aksiyonlar pahasına bütün enerjimizi bu sürece yönlendirirsek, küresel eşitlik hareketinde belirleyici bir rol oynamış olan Dünya Sosyal Forumu'nun, düşmanlarımızın bir kazancı haline gelme rizikosu bulunmaktadır. Direnişimizin stratejilerini mutlaka tartışmalıyız. Reel hedefleri seçmeli ve gerçek zararları vermeliyiz. Gandhi'nin "Tuz Yürüyüşü" salt siyasi bir tiyatro değildi. Basit bir itaatsizlik hareketiyle binlerce Hintli denize yürüyüp, tuz kazanmaya başladıklarında, Tuz Vergisi Yasasını çiğnediler. Bu, Britanya İmparatorluğu'nun ekonomik altyapısına vurulan dolaysız bir darbe oldu. Gerçekti. Hareketimiz önemli zaferler elde ederken, şiddetsiz direnişi etkisiz, dalkavukçu bir siyasi tiyatroya indirgememeliyiz. Direnişimiz, sürekli bilenmesi ve dengelenmesi gereken değerli bir silahtır. Direnişimizin, salt medya için fotoğraf çekme fırsatı haline getirilmesine izin verilmemelidir.

Geçen yılın 15 Şubat'ında on milyon insanın kamu vicdanını göstermesi, beş kıtada on milyon insanın Irak'taki savaşa karşı sokağa dökülmesi harika bir şeydi. Harikaydı, ama yeterli değildi. 15 Şubat hafta sonuna denk gelmişti. Hiç kimse bir iş gününü kaçırmak zorunda kalmadı. Tatil günü protestoları savaşları engellemez. George Bush bunu biliyor. O Müthiş kamuoyu görüşünü hangi özgüvenle kaale almamış olması, hepimiz için öğretici olmalıdır. Bush, Irak'ın aynı Afganistan'da, Tibet'te, Çeçenya'da halen olduğu veya Doğu Timorda ve Filistin'de olduğu gibi, işgal edileceğini ve sömürgeleştirileceğine inanmaktadır. Bush, yapacağı tek şeyin, konu hakkında haber veren medyanın konuyu iliklerine kadar pazarladıktan sonra başka bir konuya geçmesine ve konuyu unutmasına kadar oturup beklemek olduğuna inanıyor. Nasıl olsa leş Bestseller listelerinden düşecek ve olaya kızanlar ilgilerini kayebedeceklerdir. Bush, en azından bunu ummaktadır.

Hareketimizin büyük ve küresel bir başarıya ihtiyacı vardır. Haklı olmak yeterli değildir. Bazen kazanmak gerekir, salt kararlılığımızı göstermek için bile. Bir şey kazanmak için hepimiz - buradakiler ve Mumbai Resistance'da toplananlar - bir konuda anlaşmalıyız: başkaldırıcı argümanlarımızı içine sıkıştıracağımız, her şeyi aşan ve önceden belli olan bir ideolojiye gerek olmadığı konusunda. Başka şeyleri dışlamak için direnişin o ya da bu şekline koşulsuz esir itaatine gerek yoktur. Minimal ajanda yeterlidir.

Irak'a bir bakalım

Eğer hepimiz gerçekten emperyalizme ve neoliberalizm projesine karşı isek, o zaman gözlerimizi Irak'a yönlendirelim. Saddam Hüseyin'in yakalanmasından sonra sayısız savaş karşıtı geri çekildi. Dünya Saddam Hüseyin'siz daha iyi değil mi? diye korkakça soruyorlar.

Konuyu bir kere ciddi bir şekilde ele alalım. Saddam Hüseyin'in ABD ordusu tarafından yakalanmasını alkışlamak ve bu nedenle sonradan Irak'ın işgalini ve okkupasyonunu kabullenmek, aynı Boston Boğazlayıcısını parçalayan Jack the Ripper'i saygıyla alkışlamaya benzer. Ki, Jack the Ripper ile Boston Boğazlayıcısının bir çeyrek yüzyıl boyunca ortaklık yapmalarından sonra. Tartışma sadece şirket içi bir tartışmaydı. Kirli bir iş nedeniyle ayrılan iş ortaklarıydı onlar. Jack CEO, yani Chief Exekutive Officer'di.

Eğer emperyalizme karşı isek, o zaman ABD'nin okkupasyonuna karşı olduğumuz ve ABD'nin Irak'tan çıkması ve Irak halkına savaş zararları nedeniyle tazminat ödemesi gerektiğini isteme konusunda hem fikir değil miyiz? Direnişimize nasıl başlayacağız? Gerçekten küçük bir şey ile başlayalım. Sorun, Irak'taki direnişi desteklemek veya kimin bu direniş içerisinde olduğunu tartışmak (Eski Baas katillerimi? Köktendinci islamistler mi?) değil. Biz, işgale karşı küresel direniş haline gelmeliyiz.

Direnişimiz, ABD'nin Irak'taki okkupasyonunun meşrutiyetini reddetmekle başlamalı. Bu da, imparatorluğun hedeflerine ulaşmasını olanaksız hale getirmek için harekete geçmek anlamına gelir. Bu, askerlerin savaşmayı reddetmesi, yedeklerin askere alınmaya karşı çıkması anlamına gelir. İşçiler, gemi ve uçaklara silah yüklemeyi reddetmelidirler. Bu aynı zamanda, Hindistan ve Pakistan gibi ülkelerdeki hükümetlerin, Hintli ve Pakistanlı askerleri Irak'a temizliğe gönderme planlarını engellememiz anlamına da gelmektedir.

Dünya Sosyal Forumu ve Mumbai Resistance'ın ortak kapanış seremonisinde, Irak'ın yıkılmasından kar sağlayan iki önemli şirketi seçme önerisinde bulunuyorum Bunların katıldığı her projeyi tespit edebiliriz Her kentteki ve dünyanın her ülkesindeki bürolarını lokalize edebiliriz. Onları kovalayabilir, kapanmaya zorlayabiliriz. Sorun, geçen mücadelelerde elde ettiğimiz kollektif deneyimlerimizi ve sağduyumuzu tek bir hedefe odaklayabilirmiyiz sorunudur. sorun, zafere ulaşmayı arzulama sorunudur.

"Yeni Amerikan Yüzyılı projesi eşitsizliği devam ettirmeyi ve her ne pahasına olursa olsu, hatta cehennem pahasına da, Amerikan hegemonyasını kurmayı hedefliyor. Dünya Sosyal Forumu adalet ve yaşam istiyor. Bu nedenle savaşta olduğumuzu kabullenmek durumundayız.

(Bu konuşma 20 Ocak 2004 tarihli Junge Welt gazetesinde yayımlanan Almanca metninden Türkçe'ye çevrilmiştir.)

Tüm yazı ve çeviriler kullanılabilir. Dergimizin kaynak olarak gösterilmesi rica olunur.
Alle Beiträge und Übersetzungen können übernommen werden. Hinweis auf unsere Seite wird gebeten.