Diyaloglar ise kabaca yazılmıştı. Bunları oyuncuların eline tutuşturup, “gerisi artık size kalmış” dedim. Kısa sürede öykünün ruhunu kavradılar. Diyaloglar, mekanlar, herşey zaten çok yakından bildikleri şeylerdi.
Mekanları nasıl buldunuz?
Mekanların hepsini graffiti yaptığımız dönemden tanıyorduk. Zaten öyle uzun mesafeleri katedecek gücümüz de yoktu. 15 kişilik bir ekiple arabasız oradan buraya gitmek sorun. Böylece bütün filmi çapı bin metre olan bir alan içinde çektik. Bazı mekanlar önceden kafamdaydı ama yolda bazen spontane karar verip, hesapta olmayan yerlerde de çekim yaptık. Ayrıca dijital kamerayla sinema formatında görüntüler yakalayan harika bir kameramanımız vardı.
Oyuncuların çekimlerden önce filmden bir beklentisi var mıydı?
Kesinlikle yoktu. Herkes imece usülü çalıştı. Neco’ya bir iyilik yapıyoruz, diye yaklaştılar. Filmin sinemalarda gösterileceğini kimse hayal etmiyordu. Çoğu, filmin çekildiğini bile unutmuştu. Ama çekimler sırasındaki hava da zaten böyleydi. Neco, ne yapacaksak çabuk söyle, evde daha işim var, falan diyorlardı. Ben de, şöyle sağa dön, böyle sola bak diye komut veriyordum. Sonra da hadi görüşürüz diye çekip gidiyorlardı. Gerçekten acayip bir durumdu. Ekip için düzenlediğimiz ilk gösterimde bu duyguyu çok iyi yakaladım. Birçoğu „böyle birşey çıkacağını bilseydik daha iyi asılırdık işe“ diye hayıflandı. Zaten çekimleri bitirdikten sonra iki yıl hiçbirşey yapamadık. Postprodüksiyon için paramız yoktu. Araya „Alltag“ (Günlük Yaşam) girince elimiz biraz paralandı ve bunu da hemen „Şehir Gerillaları“na yatırdık.
Film Uluslararası Berlin Film Festivali’nin „German Cinema“ bölümünde gösterildi. Bunu bekliyor muydun?
Ben iflah olmaz bir iyimserim. Filmle Cannes’a bile gideceğimi düşünüyorum! (gülüyor) “Şehir Gerillaları”, insanların hiç görmedikleri farklı bir Berlin’i anlatan hoş, sempatik bir film. Aslında filmin “Alman Sinemasında Yeni Perspektifler” bölümünde gösterilmesi gerekiyordu. Ama festival yönetimi, filmin German Cinema bölümünde gösterilmesinin daha uygun olacağını söyleyip bizi teselli etti. Bu bölümde pazar bulma şansının daha fazla olduğunu düşünüyorlardı. Kazıklandık mı, bilemiyorum (gülüyor). Almanya için bir dağıtımcı bulmuştuk zaten. Herşey iyi gidiyor aslında. Würzburg Film Festivali’nde bir seyirci ödülü de kazandık.
“Alltag” ve “Şehir Gerillaları” ile birbirinden çok farklı iki film yaptın…
Tarz bakımından gerçekten çok farklılar. Ortak bir sinema dilinin olup olmadığını bilemiyorum. İçimden geldiği gibi çekiyorum filmlerimi ve bir çekmeceye konmak istemiyorum. Filmlere çok farklı tepkiler geldi. Birçok insan “Şehir Gerillaları”nı daha çok beğendi. “Alltag” en ufak ayrıntısına kadar planlanmış bir projeydi ve çekimlerde fazla doğaçlama yapma şansımız yoktu. Oysa “Şehir Gerillaları”nda tam anlamıyla bir anarşi egemendi. Filmi sempatik kılan da belki bu. Almanya garip bir ülke. “Şehir Gerillaları”na amatör bir çalışma diye bakılıyor, yok kamera sallanıyormuş, güya oyunculuk iyi değilmiş. “Alltag” ise profesyonelce çekildi, allanıp pullandı ve bu yüzden de daha fazla ilgi gördü. Ben ise ikisinin ortasını bulmak istiyorum ve bunu da yeni projemde gerçekleştireceğim.
Konusu ne?
Sokak futbolu. Yeteneklerini sokak aralarında harcayan, babalarının kendileri için öngördüğü şeyleri yapmak istemeyen futbolcular. Babalar, oğullarının nerede futbol oynayacağını karar veriyor; mesela Alman milli takımına değil de Türkiye’de milli takıma girmeleri için kariyer yaptırıyorlar. Belli bir noktaya kadar geliyorlar ama sonra kariyerleri bitiyor ve tekrar sokak aralarında futbol oynamaya devam ediyorlar… Bir futbolcu melodramı yapmak istiyorum.
Berlinale’nin „Uluslararası Genç Sinemacılar Forumu“nda „Status Yo!“ ile hiphopu konu alan başka bir film daha gösterildi. Burada hiphopçularla dazlaklar arasındaki çatışmalar anlatılıyor. Böylesi bir konu seni çekiyor mu ya da buna benzer deneyimlerin oldu mu?
Hiphopun özünde politik bir kültür olduğu söylenemez. Hatta kanımca apolitik bir gençlik kültürü. Tek tük de olsa, politik mesajlar veren gençler de yok değil. Ama bu kültüre asıl damgasını vuran müzik, belli bir yaşam duygusu. Belki geçmişte farklıydı ama bugün artık toplumun bütün kesimlerinden gençler hiphopa ilgi duyuyor. Bu kültürün çıkışına eşlik eden isyankar tavır bugün artık bir efsane olmaktan öte bir anlam taşımıyor.
Sağcı gençlik kültürü Berlin’de hiphop camiasında bir rol oynuyor mu ya da senin duvarın yıkılmasından sonra ne gibi gözlemlerin oldu?
Kreuzberg’de sağcı gençlere hiç bulaşmadık. Böyle bir niyetimiz de olmadı hiç. Berlin’in diğer ilçelerinde durum daha farklı olabilir. Onlar kendi semtlerindeydi, biz de kendi semtimizde. Duvarın yıkılkması hiçbirşey değiştirmedi.
Fatih Akın’ın filmi „Duvara Karşı“ Altın Ayı Ödülü’nü kazandı. Bu sence, filmleri ve yönetmenleri belli çekmecelere sokmaya çalışan egemen anlayışta bir değişikliğe yol açar mı?
Çekmeceler hala mevcut. Türkiye kökenli yönetmenlerden Türkler üzerine film yapması bekleniyor. Egemen anlayışın beklentisi bu. Etnik köken ya da kültür gibi olgular „Alltag“ ve “Şehir Gerillaları”nda olduğu gibi öykünün dokusunda belirleyici bir role sahip değilse, insanlar şaşırıyor. Ama bunu hep hesaba katmak gerekiyor. Farklı öyküler anlatılacaktır kuşkusuz ve kimileri hayal kırıklığına uğramaya devam edecektir.
|