54. Uluslararası Berlin Film Festivali sona erdi, ancak yankıları devam ediyor. Festivalin yarışma bölümünde Almanya’yı temsil eden “Duvara Karşı” (Fatih Akın) ve “Gece Şarkılarını Söyler” (Romuald Karmakar) adlı iki filmin yönetmenlerinin Alman kökenli olmaması, üstelik Fatih Akın’ın büyük ödül Altın Ayı’yı kazanması tartışmaları daha da alevlendirdi.

Festivalde gösterilen 400’e yakın filmin içinde Türkiye’den tek bir yapımın dahi olmaması özellikle dikkatleri çekerken, medyanın dikkatinden kaçan bir film, Berlin doğumlu genç yönetmen Neco Çelik’in ikinci uzun metrajlı çalışması “Şehir Gerillaları” idi.

Aynı zamanda oyuncu olan arkadaşı Erhan Emre ile 36 Pictures yapım şirketini kuran Neco Çelik, projelerini “Biz Almanya’nın Steven Spielberg’i ve Tom Cruise’yuz” diyerek tanımlarken son derece ciddi. Bağımsız çalışan ikili, festivale katılan filmlerini, Erhan Emre’nin televizyon dizilerinden kazandığı paralarla bitirebilmiş. Kazandıkları her kuruşu yeni projelere yatıran Kreuzbergli sinema aşıkları, alternatif bir yapım ağı kurmak istiyorlar.

1993 yılından bu yana bir gençlik merkezinde eğitmen olarak çalışan Neco Çelik’in bugüne kadar çektiği kısa ve uzun metrajlı filmler ile belgesellerin tümü, Kreuzberg’in göbeğinde, 500 metre çapındaki bir alanda gerçekleştirilmiş. Genç yönetmen, “insanları büyüleyen öyküler anlatabilmek için başka yerlere gitmeme gerek yok” diyor.


Neco Çelik ile röportaj
Martina Priessner
„Şehir Gerillaları“ fikri nasıl doğdu?

Öykü aslında çok basit. Kendim de hiphop çevresinden geldiğimden, gençlerin sokaktaki yaşamları üzerine bir film çekmek hep hayalimdi. Filmin öyküsü de gençlerle yaptığım çalışmalara dayanıyor. Gençlerin kavga döğüşten bıkıp, rap ve

breakdance sanatına yöneldiklerine çoğu kez bizzat tanık oldum. Başka kaynaklara yönelip öykü bulmak yerine, mahallemde olan biten olaylardan esinlendim.
Otobiyografik bir öykü mü?

Hayır, daha çok çevremde gözlemlediğim ve beni düşündüren, etkileyen olaylara dayanıyor. Kendi yaşadıklarımla da bir bağlantısı var kuşkusuz. Ben eskiden daha çok bir graffiti sanatçısıydım, ama sokak çeteleri ve hiphop gibi olgular da bu kültürün bir parçası. Kimisi graffiti yapmaya karar veriyor, kimisi de çete kurup, kızlara hava atmak istiyor. Ben graffiti yapmaya karar verdim ve hoşuma da gitti.

Neden hiphop camiasından ayrıldın?

Benim için daha önemli olan farklı şeyler keşfettim ve bunların başında da sinema geliyordu.

Filminde, Danger’i erkek sanan Kaspar ve onun dostluğunu kaybederim korkusuyla bu yanlış anlaşılmayı düzeltmeyen Danger’in öyküsünü anlatıyorsun. Neden böyle bir öykü?

Genç kızların, erkekler tarafından kabul görmek için her türlü şeyi yapmaya hazır olduklarını gözlemledim. Erkekler gibi konuşuyorlar, onlar gibi giyiniyorlar, onlar gibi davranıyorlar ve böylece mümkün olduğu kadar cool görünmek istiyorlar. Bir an geliyor ki aralarındaki cinsiyet farkı tamamen ortadan kalkıyor. Bu benim için acayip bir durumdu ve adeta bir şok etkisi yarattı.

Ama “Şehir Gerillaları” dostluğun herşeye rağmen mümkün olduğunu gösteriyor!

Filmin öyküsünü kurgularken deneyimlerini birebir aktarmadım. Danger genç bir erkek gibi giyinmiyor ya da kendini diğerlerine kabul ettirebilmek için onlar gibi davranmıyor. O, kendisi. Ama ne zaman Kaspar’la tanışıyor ve çok iyi dost olabileceklerini anlıyor, işte o noktada arkadaşını kaybetmemek için gerçeği söylemekten korkuyor. Danger için Kaspar’ın dostluğu çok önemli ve onu kaybetmek istemiyor. Aslında stratejik şekilde düşünülmüş bir plan değil bu. Örneğin Kaspar “Hadi gel kız tavlamaya gidelim” dediği zaman Danger bunu olgun bir tavırla karşılıyor. Ama kız olduğunu hissettiren durumlar sıklaşıyor ve karmaşık bir hale geliyor. Herşeye rağmen bunu da bir sorun olarak göstermek istemedim. Zaten sonuçta yanlış anlaşılma da büyük bir sorun yaratmadan tatlıya bağlanıyor. Tabii Kaspar gerçeği öğrenince kızıyor, kendisini kazıklanmış hissediyor. Ama hayat da devam ediyor.


Kahramanlarını yaratırken nasıl bir yol izledin

Filmi oluşturan öyküleri kısa bölümler halinde kağıda dökmüştüm. Breakdance, DJ’ler, rap, graffiti, kısacası hiphop kültürünü oluşturan bütün öğeler mevcuttu.


Diyaloglar ise kabaca yazılmıştı. Bunları oyuncuların eline tutuşturup, “gerisi artık size kalmış” dedim. Kısa sürede öykünün ruhunu kavradılar. Diyaloglar, mekanlar, herşey zaten çok yakından bildikleri şeylerdi.

Mekanları nasıl buldunuz?

Mekanların hepsini graffiti yaptığımız dönemden tanıyorduk. Zaten öyle uzun mesafeleri katedecek gücümüz de yoktu. 15 kişilik bir ekiple arabasız oradan buraya gitmek sorun. Böylece bütün filmi çapı bin metre olan bir alan içinde çektik. Bazı mekanlar önceden kafamdaydı ama yolda bazen spontane karar verip, hesapta olmayan yerlerde de çekim yaptık. Ayrıca dijital kamerayla sinema formatında görüntüler yakalayan harika bir kameramanımız vardı.

Oyuncuların çekimlerden önce filmden bir beklentisi var mıydı?

Kesinlikle yoktu. Herkes imece usülü çalıştı. Neco’ya bir iyilik yapıyoruz, diye yaklaştılar. Filmin sinemalarda gösterileceğini kimse hayal etmiyordu. Çoğu, filmin çekildiğini bile unutmuştu. Ama çekimler sırasındaki hava da zaten böyleydi. Neco, ne yapacaksak çabuk söyle, evde daha işim var, falan diyorlardı. Ben de, şöyle sağa dön, böyle sola bak diye komut veriyordum. Sonra da hadi görüşürüz diye çekip gidiyorlardı. Gerçekten acayip bir durumdu. Ekip için düzenlediğimiz ilk gösterimde bu duyguyu çok iyi yakaladım. Birçoğu „böyle birşey çıkacağını bilseydik daha iyi asılırdık işe“ diye hayıflandı. Zaten çekimleri bitirdikten sonra iki yıl hiçbirşey yapamadık. Postprodüksiyon için paramız yoktu. Araya „Alltag“ (Günlük Yaşam) girince elimiz biraz paralandı ve bunu da hemen „Şehir Gerillaları“na yatırdık.

Film Uluslararası Berlin Film Festivali’nin „German Cinema“ bölümünde gösterildi. Bunu bekliyor muydun?

Ben iflah olmaz bir iyimserim. Filmle Cannes’a bile gideceğimi düşünüyorum! (gülüyor) “Şehir Gerillaları”, insanların hiç görmedikleri farklı bir Berlin’i anlatan hoş, sempatik bir film. Aslında filmin “Alman Sinemasında Yeni Perspektifler” bölümünde gösterilmesi gerekiyordu. Ama festival yönetimi, filmin German Cinema bölümünde gösterilmesinin daha uygun olacağını söyleyip bizi teselli etti. Bu bölümde pazar bulma şansının daha fazla olduğunu düşünüyorlardı. Kazıklandık mı, bilemiyorum (gülüyor). Almanya için bir dağıtımcı bulmuştuk zaten. Herşey iyi gidiyor aslında. Würzburg Film Festivali’nde bir seyirci ödülü de kazandık.

“Alltag” ve “Şehir Gerillaları” ile birbirinden çok farklı iki film yaptın…

Tarz bakımından gerçekten çok farklılar. Ortak bir sinema dilinin olup olmadığını bilemiyorum. İçimden geldiği gibi çekiyorum filmlerimi ve bir çekmeceye konmak istemiyorum. Filmlere çok farklı tepkiler geldi. Birçok insan “Şehir Gerillaları”nı daha çok beğendi. “Alltag” en ufak ayrıntısına kadar planlanmış bir projeydi ve çekimlerde fazla doğaçlama yapma şansımız yoktu. Oysa “Şehir Gerillaları”nda tam anlamıyla bir anarşi egemendi. Filmi sempatik kılan da belki bu. Almanya garip bir ülke. “Şehir Gerillaları”na amatör bir çalışma diye bakılıyor, yok kamera sallanıyormuş, güya oyunculuk iyi değilmiş. “Alltag” ise profesyonelce çekildi, allanıp pullandı ve bu yüzden de daha fazla ilgi gördü. Ben ise ikisinin ortasını bulmak istiyorum ve bunu da yeni projemde gerçekleştireceğim.

Konusu ne?

Sokak futbolu. Yeteneklerini sokak aralarında harcayan, babalarının kendileri için öngördüğü şeyleri yapmak istemeyen futbolcular. Babalar, oğullarının nerede futbol oynayacağını karar veriyor; mesela Alman milli takımına değil de Türkiye’de milli takıma girmeleri için kariyer yaptırıyorlar. Belli bir noktaya kadar geliyorlar ama sonra kariyerleri bitiyor ve tekrar sokak aralarında futbol oynamaya devam ediyorlar… Bir futbolcu melodramı yapmak istiyorum.

Berlinale’nin „Uluslararası Genç Sinemacılar Forumu“nda „Status Yo!“ ile hiphopu konu alan başka bir film daha gösterildi. Burada hiphopçularla dazlaklar arasındaki çatışmalar anlatılıyor. Böylesi bir konu seni çekiyor mu ya da buna benzer deneyimlerin oldu mu?

Hiphopun özünde politik bir kültür olduğu söylenemez. Hatta kanımca apolitik bir gençlik kültürü. Tek tük de olsa, politik mesajlar veren gençler de yok değil. Ama bu kültüre asıl damgasını vuran müzik, belli bir yaşam duygusu. Belki geçmişte farklıydı ama bugün artık toplumun bütün kesimlerinden gençler hiphopa ilgi duyuyor. Bu kültürün çıkışına eşlik eden isyankar tavır bugün artık bir efsane olmaktan öte bir anlam taşımıyor.

Sağcı gençlik kültürü Berlin’de hiphop camiasında bir rol oynuyor mu ya da senin duvarın yıkılmasından sonra ne gibi gözlemlerin oldu?

Kreuzberg’de sağcı gençlere hiç bulaşmadık. Böyle bir niyetimiz de olmadı hiç. Berlin’in diğer ilçelerinde durum daha farklı olabilir. Onlar kendi semtlerindeydi, biz de kendi semtimizde. Duvarın yıkılkması hiçbirşey değiştirmedi.

Fatih Akın’ın filmi „Duvara Karşı“ Altın Ayı Ödülü’nü kazandı. Bu sence, filmleri ve yönetmenleri belli çekmecelere sokmaya çalışan egemen anlayışta bir değişikliğe yol açar mı?

Çekmeceler hala mevcut. Türkiye kökenli yönetmenlerden Türkler üzerine film yapması bekleniyor. Egemen anlayışın beklentisi bu. Etnik köken ya da kültür gibi olgular „Alltag“ ve “Şehir Gerillaları”nda olduğu gibi öykünün dokusunda belirleyici bir role sahip değilse, insanlar şaşırıyor. Ama bunu hep hesaba katmak gerekiyor. Farklı öyküler anlatılacaktır kuşkusuz ve kimileri hayal kırıklığına uğramaya devam edecektir.

Filmin Konusu:

Graffiti gruplarından atılan Danger ve Kasper tesadüfen biraraya gelerek, ölen bir sprayci arkadaşlarının anısına bir proje geliştirmek isterler. Ama Kasper, Danger’in kız olduğunu anlamaz. Danger de birşey söylemez…

Breakdance delisi Bülent ve nişanlısı Pepsi’nin düğünleri yaklaşırken, damat adayının tek derdi breakdance yapmaktır. Pepsi “ya ben, ya dans“ deyip rest çeker…

Madlen’le birlikte bir plak şirketi kurup genç yeteneklere albüm yapmak isteyen Ozan, rapçileri ikna etmek için evinde bir parti verir ve bütün kahramanlarımızın yolları burada kesişir...

Graffiti resimleriyle doldurulmuş duvarlar, baştan aşağı uçuk figürlerle spraylenmiş tren vagonları, ellerindeki dev teyplerden yayılan müzikle sokakları arşınlayan rapçiler, sokak köşelerinde kafaları üzerinde fırıldak gibi dönen breakdance’çiler: „Şehir Gerillaları“ böylesi bir hiphop ve graffiti dünyasında yaşayan gençlerin öyküsü…

Neco Çelik’in Kısa Özgeçmişi:

Neco Çelik 1972 yılında Berlin’de doğdu. 1993’te Naunynritze Gençlik Merkezi’nde medya eğitmeni olarak çalışmaya başladı. Gençlerle birlikte sayısız proje geliştirdi. Thomas Arslan’ın „Kardeşler“ filminde ilk oyunculuk denemesini yaptı. Martin Eigler’in „Freunde“ filminin senaryosunu yönetmenle birlikte yazdı. 1998 yılın çektiği „36 m² Konu“ adlı kurmaca belgesel ilk filmidir.

Tüm yazı ve çeviriler kullanılabilir. Dergimizin kaynak olarak gösterilmesi rica olunur.
Alle Beiträge und Übersetzungen können übernommen werden. Hinweis auf unsere Seite wird gebeten.